“And I will show you something different from either
Your shadow at morning striding behind you
Or your shadow at evening rising to meet you;
I will show you fear in a handful of dust.”Kafamın içinde çınlayan, sessizlikti. Sanki kelimeler bile vazgeçmişti kendilerine bir ruh aramaktan. Artık duyulmak istemiyorlardı belki de. Aydınlık nasıl saklandıysa karanlığa, kelimeler de sessizliğe saklanmıştı. Acının her rengine bulandım sanıyordum. Korkmanın ne demek olduğunu çok iyi bildiğimi sanıyordum. Yine yanıldım. Böylesini bilmiyordum. Acının da korkunun da böylesine yabancıydım. Hayatım boyunca korkmuştum oysa. Hayatım boyunca sadece acı çekmeyi bilmiştim. Peki bu hissettiğim neydi? Rüyalarımda gördüğüm ufalanan hiçliğe karışan toprak parçaları gibiydim. Geçen her saniye içimden, benden parçalar kopuyor, sessizliğe karışıyordu. Hastane koridorlarında elinden beklemekten başka türlüsü gelmeyen koca bir sessizliktim bugün. O, ameliyatta kapının ardında hiçliğin bir parçası olmamak için savaşıyordu.
Bense kaybolmuştum bile. Karanlık bastırmıştı, gökyüzümde bir tane yıldız yoktu. Aslında hepsi orda bir yerdeydi ama parıldamayı unutmuşlardı. Belki onlar da küsmüştü. Onlar da vazgeçmişti. Kelimeler nasıl duyulmak istemiyorsa, yıldızlar da parıldamak istemiyordu. Bir anda kaybetmişti dünya rengini. Hiçbir şeyin bir önemi kalmamıştı. Çünkü onun gözleri kapalıydı. Çünkü o sessizdi. Müzik onun sesinden ilham alıyordu sanki. O susunca müzik de susmuştu. O gülmediği için anlamını yitirmişti bütün gülüşler. Meğer dünya tek bir kişinin nefesinde gizliymiş. Onun nefesinden uzağı acı, yalnızlıkmış.
Ayağımın altından kayan toprağa yenilmemem gerektiğini biliyordum. Güçlü olmam gerektiğini, ayakta kalmam gerektiğini biliyordum. Ben düştüğümde o benim için güçlü kalmıştı. Şimdi güçlü olma sırası bendeydi ama zordu. Çok zordu. Yere yığıldığı o an gözümün önünden gitmiyordu. Onuu öyle kanlar içinde görünce aklım gitmişti. Dizlerimin üzerine düştükten saniyeler sonra gözlerim kararmıştı. Uyandığımda hastanedeydim, Gediz ameliyata alınmıştı. Kurşun sol omzuna, kalbine yakın bir noktaya isabet etmişti. Benim yüzümden… Bu halde olmasının sebebi bendim.
Onu kendimden koruyamamıştım. Giselle’in gözaltına alındığını öğrendim Izzy'den. Ne önemi vardı ki? Artık hiçbir şeyin önemi yoktu. O içerde yatarken hiçbir şeyin önemi yoktu. Uyanıp uyanmanın bir önemi yoktu. Doğrunun yanlışın, haklının haksızın bir önemi yoktu. Giselle yakalansa bile geçmişi değiştirmenin bir yolu yoktu. Her şey anlamsızdı bugün. Aslında ne bencil bir duyguydu hissettiğim. Ona bir şey olursa nasıl yasamaya devam ederim, onu düşünüyordum. Kendimi düşünüyordum. Onun yokluğunun bana yapabileceklerini düşünüyordum. Kalbimdeki ağrı geçmiyordu. Hiçbir yere sığamıyordum. Ruhum bedenimde çırpınıyordu. Öylesine çaresizdi ki… Ben bağırsam, ağlasam, çığlıklar atsam ne değişirdi? Sesim, bu dünyayı değiştirebilecek kadar güçlü değildi. Bir yanım öfkeliydi perişan olduğu kadar. Çünkü gitmeye hakkı yoktu. Ben zaten vazgeçmiştim herr şeyden onunla tanıştığımda. Ben umut etmeyi bırakmıştım. Ben yenilgiyi kabullenmiştim. O inat etti, o tuttu ellerimden. Beni kendine inandırdı. Beni kendime inandırdı. Içimdeki ateş sönmesin diye rüzgarın önünde durdu. Ben kanattıkça o sardı. Ben ağladıkça o sildi gözyaşlarımı. Çok da güzel pes etmiştim işte! Neden gözlerimin içine baktı ki? Neden hatırlattı gülümsemenin çok güzel bir şey olduğunu? Niye gördü beni, niye duydu sesimi? Niye inandı? Ne olursa olsun yanımda, benimle yürüyeceğine neden inandırdı? Onun gitmeye hakkı yoktu. Ellerimi bırakmaya hakkı yoktu. Ya da vardı. Her şeyi yapmaya hakkı vardı.Benimle birlikte acı çekmek zorunda değildi sonuçta. Benim yükümü paylaşmak zorunda değildi. Her şeye hakkı vardı onun. Gitmeye de hakkı vardı. Ama Gediz gitmezdi. Herkes giderdi, Gediz gitmezdi.
“Nare… Iyisin değil mi? Gel otur istersen. Kahve getireyim mi?”
Doğa endişeli gözlerle beni izliyordu. Ben oturmak falan istemiyordum. Bir şeyler içmek, iyi olmak istemiyordum. Sadece onun sessizliği bitsin istiyordum. Gözlerini açsın istiyordum. Gitmesin istiyordum. Başımı salladım hayır anlamında.
“Ölmeyecek,” diye mırıldandım kendi kendime.
“Tabii ki ölmeyecek.”
“Melek…Melek evde ben-"
“Merak etme. Sıla ve ben dönüşümlü olarak Melek'in yanında kalacağız. Sen baygınken Sıla gitti zaten. Bunları düşünme."
“Melek bilmiyor değil mi? Bilmesin.”
“Bilmiyor.”
“Peki Gediz’in annesi, Müge…”
“Izzy telaşlandırmamak için aramadı. Gediz uyanınca kendisi arar dedi. Zaten dünyanın öbür ucundalar.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...