EPILOGUE
“Seni hala seviyorum…”16.04.2024
Muğla, Türkiye
Bugün dünyanın sona erdiği gün.
O ve ben yıllar sonra aynı çatı altındayız.
Daha önce hiç yan yana gelmediğimiz bir şehirde.
Burası bize yabancı.
Biz birbirimize yabancıyız.
Bizi biz yapan, bu şehrin her santimine işlenmiş olan aşkımız bir hikaye.
Biz bir hikayeyiz.
Gerçek olabildiğimiz bir dünyanın kalıntıları arasında birbirimizi arıyoruz.
Bu enkazda bize dair bir şeyler arıyoruz.
Dışarısı gürültülü.
Gökyüzü simsiyah dumanlarla kaplı. Altındaki şehir ise virane.
Patlayan bombaların sesleri bile gerçek gelmiyor artık. Ya bu da bir rüyaysa?
Alevler bize ulaştığında, gözlerimiz kapandığında yeni bir dünyada başka bir olasılıkta yeniden buluşur muyuz?
Bu savaşı biz başlattık.
Bir isyanla tetiklediğimiz öfkeli çığlıklar dünyanın sonu oldu.
Ama nedense birbirimize açtığımız savaştan daha büyük, daha acı hissettirmiyor.
Bencilce geliyor kulağa.
Kül olmakta koca dünya ama biz paramparça ettiğimiz kalplerimizin yasını tutuyoruz. Aşk acısını acıların en büyüğü ilan etmişiz hadsiz çocuklar gibi.
Unuttuğumu, geride bıraktığımı sandığım kirpiklere, dumanların arasında inatla ışık saçmaya devam eden güneş vuruyor. Güneşi onun kirpiklerinde görünce anlıyorum unutmadığımı.
İçim derin bir hasretle sızlıyor.
Hani bitmişti?
Hadi bana Nare, ona da Gediz diyelim şimdi.
Hikayedeki gibi.
Bugün dünyanın son günüyse, Nare ve Gediz olalım.
Son kez.“Neden buradayız?”
Geldiğimizden beri ilk defa konuşuyor.
Içimden veda etmek için, diye cevap veriyorum ona asla veda edemeyeceğimi bildiğim halde.“Bilmiyorum kimse bana bir şey söylemedi. Sen ne biliyorsan ben de o kadarını biliyorum.”
“Bir şey bilmiyorum ben apar topar getirdiler buraya işte.”
“Dediğim gibi, sen ne biliyorsan ben de o kadarını biliyorum.”
Kısa bir sessizlik çöküyor aramıza. Ne kadar mesafeliyiz. Birbirimizi hiç tanımıyormuşuz gibi değil de birbirimizi çok iyi tanıdıktan sonra yabancılaşmışız gibi. Daha kötü böylesi. Acımasız.
Hayatta en sevdiğiniz insanın ses tonu üşüttü mü hiç içinizi? Sesindeki soğukluk ateşten daha yakıcı.Burası “Işıklı” malikanesi.
Nare’nin odasındayız.
Ikimiz de yerde, karşılıklı oturuyoruz. Aramızda balkon mesafesi.
Bu evde, bu odada ne çok şey yaşandı. Tuhaf, hatırlıyorum hepsini.
Hepsi bana ait anılar gibi.
Hatta kendi anılarımdan daha gerçekler.
O halde gerçek diyebilir miyiz burda yaşananlara?
Sahip çıkabilir miyiz burdaki bize?
Yoksa her şey bir hikayeydi deyip işin içinden çıkmak mı gerekir? Uyanmak, “gerçek” dünyaya dönmek…
Unutmak…
Mümkünse tabii.
Ne garip.
Bütün olasılıklarda, ne olursa olsun birbirini bulan o iki insan gerçek dünyada başaramadı biz olmayı.
Bütün ihtimallerde yan yanayız. Bu aşkın galip gelemediği tek bir gerçeklik var, onda da biz yaşıyoruz.
Ne ironik.
Yalnızca hikayelerde gerçek olabilen bir aşk…
Bunu mu hak ediyoruz?“Nasılsın?” diye soruyor birden.
Elimde olmadan tebessüm ediyorum. Içinde bulunduğumuz şu durumda sorması çok abes bir soru. Nasıl olabilirim ki, belki birazdan dışarda kopan kıyamet üzerimize yıkılacak. Belki saniyelerimiz var yalnızca. Nasıl olabilirim ki? Nasıl olabiliriz?
Ama bu soruyu sormak ona yakışan bir hareket. Onluk bir hareket. Hem hikayelerde hem de gerçek dünyada şu durumda bile bu soruyu sorabilecek bir kişi varsa, o kişi “Gediz”.“Gördüğün gibi. Sen nasılsın?” diye karşılık veriyorum. Söylediğim şeyi tekrar ediyor göz teması kurmadan.
“Gördüğün gibi… Ne kadar oldu görüşmeyeli?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...