Bölüm 8: Part II: "Dudaklarımız Kanasın, Unutalım Her Şeyi"

324 12 6
                                    

“Içi dolu her şeyim, tek gerçeğim, son ver’ceğim derdine. Güzel yüzün hiç üzülmesin. Bi’ kulak ver, dinle kalbimi…”

Bölüm Şarkısı: Kaan Boşnak – Içi Dolu Her Şeyim
Chopin 3 Waltzes, Op. 64: No. 2 in C Sharp Minor (giriş sahnesi.)

4 Temmuz, 2014

505 numaralı daire.

Devrilmiş bir süt kutusundan akan beyazlığa karışmış birkaç damla kan ve kırılmış bir bardağın parçaları. Dağınık bir yatak. Etrafa saçılmış kıyafetler. Kırmızının geçen her saniye ile daha çok dağılıp sinmesi beyaza… Ve beyazın ona direnemeyip kendine katılmasına izin vermesi bitkince. Umutsuz bir teslimiyet. Çaresiz bir kabulleniş.

Uykusuz, huzursuz bir gecenin ertesi sabahı. Duvarlar bile yorgun. Bütün sesler bitap düşmüş kavgalardan. Ama dışarda bir kutlama var.

Kırık parçaların yanında çıplak ayaklarla dikilen Nare'nin tek omzundan düşüp dirseğine kayan beyaz hırkasının koluna kan bulaşmış. Düz saçları karmaşık, yanaklarında kurumuş gözyaşı izleri. Parmaklarından akıyor beyazlığa derin kırmızı. Gözleri ise karşıda, dalgın. Kulakları dışardan gelen kutlama seslerinde. Mini şortunun açıkta bıraktığı bacağına değiyor kanlı parmakları aniden kasılarak. Gediz yerde, sırtını film posterlerinden birine dayamış, başı ellerinin arasında sessizce dinliyor eğlenen insanları. Doğum günün kutlu olsun Amerika.

Nare aniden yöneliyor pencereye. Bir anda kararını vermiş gibi. Gediz anlıyor ne yapacağını. Atlayacak. Bırakacak kendini boşluğa, bitirecek her şeyi. Kan izleri takip ediyor adımlarını. Düşmeye hazırken Gediz tutuyor onu, sarılıyor arkasından. Nare güçsüzce başını geriye, Gediz'in omzuna yaslıyor yanakları ıslanırken. Hayır diye fısıldıyor Gediz. Dudakları boynunda. Karşılarında, aşağıda mavi, beyaz, kırmızı balonlar uçuşuyor.
“Ne olacak şimdi?” diye soruyor Nare. “Öylece unutacak mıyız birbirimizi?”

Haziran, 2014

Gediz'in itirafından sonra birbirlerine ilk denk gelişleri kötü bir şaka gibiydi. Nare babası tarafından gitmeye zorlandığı bir parti için sürmüştü savaş boyalarını. İnadına gözlerinin çevresindeki kızarıklığa dikkat çekmek ister gibi kırmızı gölgeler eklemişti donuk bakışlarına eşlik etsin diye. Kafası dumanlıydı biraz. O partiyi başka türlü göğüsleyemezdi. Bir yanında babası, bir yanında Akın varken, önemli insanlarla dolup taşan bir ortamda kimseden yardım isteyemezken, nefreti ve çaresizliği bitmek bilmez bir yarıştayken içinde… dünyayı bulanık görmeye ihtiyacı vardı.

Henüz yalnızca yarım saat geçmiş olmasına rağmen Akın'ın iki adım ötesinde durması midesini altüst etmişti. Öğürmemek için zor tuttu kendini ama yükselen kusma isteğini bastırabileceğini sanmıyordu. Teninin kokusuydu problem. Bazı kabuslar silinir zamanla. Ayrıntıları girer birbirine, seçilmez olur. Hatırlamazsın, sadece hissi kalır. Bir de kokusu. Kokusu kalır.

Kendini tuvalete atmayı başardı binbir güçlükle. Yanaklarına avuç avuç çarptı soğuk suyu. Burda panik atak yaşarsa, geceyi mahvederse Akın bunun intikamını alırdı. Melek üzerinden ödetirdi Nare'ye. Sakin kalmak bir seçenek değil, zorunluluktu o yüzden.

Bulanık dünyanın tek net gerçeği aniden açılan kapıdan içeri girdi. Nare onu karşısında görünce boynuna sarılmak istedi ilk olarak. Sonra da birlikte çekip gitmek burdan… Yapmadı. Buzdan duvarlarını çağırdı göreve. “Gediz… sen nasıl…”

“Ne oluyor Nare? Kim o adam?”

Sorusu Nare'ye ilerleyeceği yolun ipuçlarını vermişti. Ne diyeceğini biliyordu şimdi. Gediz'in Akın'la ya da Güven Çelebi ile tanışmadan partiyi terk etmesi gerekiyordu. Bunu sağlamanın bir yolu vardı. Canını yakmaya mecbur kalacaktı ama Akın'ın ona kafayı takmasındansa küçük bir kalp kırıklığı yaşaması daha tercih edilebilir bir olaydı.

“Kimse kim, sana hesap mı vereceğim?” diye terslendi.

“Nare.”

Yine meydan okuyan gözlerine eşlik eden o uyaran, çıldırtıcı tonlamayla telâffuz etmişti adını.

“Ne? Nare, Nare. Kimsin de hesap soruyorsun bana? Çık şurdan, kadınlar tuvaletine girmişsin bir de.”

Gediz kıpırdamadı. “Sen bana bir cevap verene kadar ikimiz de bir yere gitmiyoruz.”

“Yok ya, izle bak nasıl gidiyorum.”

“Lütfen.” Elleriyle dokunmasa da ona, sesi tutunmuştu tenine sanki. Kapıya ulaşmaya çalıştığında gözleri dikildi karşına, durdurdu Nare'yi.

“O adamın kim olduğunu mu merak ediyorsun? Yok mu bir tahminin? Sence kim o adam? Sevgilimdir belki ha?” Bunu söylediği için kendinden nefret ediyordu ama Gediz ancak o zaman giderdi. Duyguları incinirse, canı yanarsa sessizce çekip giderdi. En iyisi buydu. Her ikisi için de. Durumlar bu raddeye hiçbir zaman gelmemeliydi. Gediz'le arasındaki ilişki sınırları aşmamalıydı. Yatakta kalmalıydı her şey.

“Sevgilin falan değil,” dedi Gediz sabırsız bir öfkeyle.

“Niye olamaz mı? Belki sen küçük bir kaçamaksındır. Belki sen sadece-"

“Nare bana oynama. Yalan söylüyorsun. Görüyorum. Yapma.”

“Niye yalan olsun? Ne o, erkeklik gururuna mı yediremedin?”

“Erkeklik gururu mu?” Dalga geçer gibi güldü. “Yemişim erkeklik gururunu. Benim erkeklik gururu falan umrumda değil. Yalan söylüyorsun Nare. O herif senin sevgilin değil.”

“Öyle mi diyorsun? Sıkma çenini ya, serbest bırak. Öfke, kıskançlık… bunlar sana istediğini vermeyecek.”

“Kıskandığımı mı sanıyorsun? Endişeleniyorum senin için. O adam gerçekten sevgilin olsa kıskanırdım, evet. Ama değil.”

“Nerden biliyorsun?”

“Ona nasıl baktığını gördüm. Nefretle bakıyorsun. Tiksinerek bakıyorsun. İmkanını bulsan tereddüt etmeden öldürebilirmişsin gibi. Öldürmek istiyorsun gibi. Beline elini uzattı dokunmak için, kusacakmış gibi oldun tuvalete koştun. Yanında durmaya tahammül edemiyorsun. Büyükelçi senin baban anladım. Ama o herif… o herif senin hiçbir şeyin değil.”

“Niye yalan söyleyeyim sana?”

“Titriyorsun.”

“Bırak.” Omzuna dokunan ellerinden silkinerek uzaklaştı. “Umrumda olmayan birine neden yalan söyleyeyim ha?” Şimdi sadece bedeni değil sesi de titriyordu. Ve Gediz farkındaydı. Buzdan duvarlarının ardını görebiliyordu.

“Çünkü biliyorsun. Sevgilin olduğuna inanırsam sana öfkelenip giderim. Ama yok, yüzüne bakmaya bile tahammül edemediğin bir adamın yanında neden durduğunu sorarsam ve o sorunun gerçek cevabı senin yaralarına dokunuyorsa ben burayı gerekirse yıkarım, yine de seni o şerefsizin yanında bırakmam.”

“Allah Allah. Yanında bırakmazmışmış. Kimsin sen ya? Kimsin?” Kendini zorluyordu sert çıkış yapabilmek için ama faydasızdı. Yalan bile söyleyemiyordu ona. Kızdıramıyordu, kendine düşman edemiyordu.

“Ya Nare, her şeyin üstesinden tek başına gelmek zorunda değilsin. Kimseye ihtiyacın yok, tamam. Ama bi' dursan, bi’ dinlensen, bi' nefes alsan Nare. Herkes sağır değil senin sesine, bi' anlasan. Yardım istemek seni güçsüz yapmaz.”

“Ne anlatıyorsun sen?”

“Bak belki yardım istedin zamanında. Kimse duymadı seni. Sen de kimseye tutunmadan turumeyi öğrendin. Sessizliği öğrendin. Canın ne kadar yanarsa yansın şikayet etmemeye öğrendin. Duvarlar ördün incinmemek için. Ama bak ben duyuyorum seni. Benden yardım isteyebilirsin. Bana tutunabilirsin. Korkma.”

“Korkmuyorum ben! Korkmuyorum tamam mı, korkmuyorum! Hiçbir şeyden korkmuyorum!”

“Tamam, tamam sakin. Ağlama ne olursun.”

“Sinirden ağlıyorum ben!” Derin bir nefes verip titreyen ellerini saçlarına daldırdı. Gözyaşlarını kuruladı ağlamadan konuşabileceğinden emin olunca. “Sen nerden çıktın? Nasıl burda olabiliyorsun? Takip mi ettin beni?”

“Onu sevdiğimi söylediğimde tek kelime etmeden, yüzüme bile bakmadan çekip giden bir kadını takip edip etmediğimi mi soruyorsun? Hayır, etmedim. Hoş, başka türlü olsaydı da takip etmezdim ya.”

“Pardon, unutmuşum ne kadar centilmen olduğunu.”

Bir adım atıp gözlerini gözlerine dikti. “Unuttun mu?”

Nare sessiz kaldı. Bakışları sürekli dudaklarına kayıyordu.

“Seni takip etmedim. Cemiyetlerimiz ortakmış Nare hanım. Karşılaşmamız sadece bir tesadüf. Her sey anlam yüklemeyelim değil mi?” diye iğneledi onu. Nare anlamamazlıktan geldi.

“Evet, yüklemeyelim.”

“Sen bana söyleyecek misin o adamın kim olduğunu?”

“Hayır çünkü seni ilgilendirmez.”

“Peki. Tanışalım o zaman.”

Nare Gediz'in açtığı kapıyı hızla kapattı, önüne geçti panikle. “Dur. Sakın, dur. Sakın yapma böyle bir şey. Hayatının hatası olur.”

“Neden?”

“Sorma. Sorma. Sadece uzak dur ondan. Lütfen uzak dur. Lütfen görmesin seni. Söz ver bana yaklaşmayacaksın ona. Gediz, söz ver.”

“Niye korkuyorsun ondan bu kadar?”

“Gediz lütfen.”

“Yoksa… O mu yaptı? Sana o izleri...”

“Bir şey sorma lütfen. Bana sadece söz ver.”

“Ne yapmamı istiyorsun, seni burda o aşağılık herifle yalnız bırakıp gitmemi mi?”

“Merak etme, onunla baş edebilirim.”

“Neden baş etmek zorundasın ki? Mecbur musun? Bak eğer-"

“Bu gece sana geleceğim. Partiden sonra. Konuşuruz. Tamam mı? Ama şimdi gitmen lazım. Hadi Gediz, lütfen. Git.”

2 Temmuz, 2014

505 numaralı daire.

Savcı Sıla dakikalar önce ayrıldı apartmandan. Onları gerçekle lanetledi. Iki gün sonra o gerçeğin yakalarına yapışıp onlardan hafızalarını almayı planladığını anlattı. Çünkü Gediz ve Nare tanışmamalıydı. Yaşadıkları her şey senaryo dışıydı, bir program hatasıydı. Düzeltilmesi gerekiyordu. Ve düzeltmek için geleceklerdi. Doğru zaman geldiğinde yeniden çıkacaksınız birbirinizin karşısına demişti Sıla. Kimsenin farkında olmadığı bir savaş veriyordu dünya. Nare de Gediz de henüz hazır değildi yüzleşmeye. O savaşı şimdi kazanamazlardı. Bu yüzden izin vermeliydiler, razı gelmeliydiler birbirlerini unutmaya. Sıla kendisini kimin gönderdiğini açıkça anlatmadı. Sophia Hofmann ismini verdi sadece. Onun başlattığı bir mücadelenin izinden gidiyordu. Biz de yeniden karşılayacağız dedi. Siz beni hatırlamayacaksanız belki ama bu savaşta yanınızda olacağım.
Yaşadığı her acının acımasız bir kurgunun parçası olduğunu öğrenen Nare ise sakin karşılamadı öğrendiklerini. Yaktı, yıktı. Ben her şeyi unutup o cehenneme dönemem dedi Gediz'e. “Ne yani, doğru zaman gelene dek çekecek miyim bu acıyı? Sen de olmayacaksın yanımda. Kaç yıl lazım bize doğru zamana ulaşmak için? Ya karşılaşmazsak bir daha? Yok, yapamam ben.”

Pencereden aşağı baktı uzun uzun. “Ne düşünüyorum biliyor musun? Şimdi burdan atlasam ne olur mesela? Ölür müyüm? Yoksa bir bilgisayar oyunu gibi başa mı sarar her şey? Kaç canım kalmıştır sence?”

Gediz onu uzaklaştırdı pencereden. Onun kadar umutsuz değildi. Aralarındaki bağa inanıyordu. Bir şekilde yolunun tekrar Nare'ye çıkacağına inanıyordu. Beklemesi gerekiyorsa da beklerdi onu. Beklediğini bilmeden beklerdi. Ama beklerdi. Şimdi hazır olmadıklarının farkındaydı. Nare darmadağındı. Gediz'in de çok iyi bir durumda olduğu söylenemezdi. Onları birbirlerine çeken şey ne kadar güçlü olursa olsun engel olamazdı yaklaşan fırtınaya. Şimdi olamazdı. Bugünün Nare'si ve Gediz'i yan yana yürürken yalpalıyordu. Tonunu ayarlayamadıkları tartışmalar ve seks arasında gidip gelen bir ilişkileri vardı. Nare çok hırçındı. Hem Gediz'le olmak istiyordu hem de Gediz'in kendisine doğru attığı her adıma öfkeleniyordu. Hem yanında istiyordu onu hem de itiyordu, kaçmak istiyordu aşkından. Bir arada kalmak için çabalarken çok yoruluyorlardı. Belki haklıydı Sıla. Zamanı gelmemişti. Belki de unutmak en doğru karardı. En azından bir süre için. Yeniden karşılaşana dek. Yoksa tüketirlerdi, yok ederlerdi birbirlerini.

Nare'nin istediği de tam olarak buydu.

“Öldürelim kendimizi,” dedi kendinden emin bir ses tonuyla. “Oynamayalım bu oyunu. Bitirelim her şeyi. Birlikte ölelim.”

Haziran, 2014

“Sen ne yaptığını sanıyorsun ya? Ha?!” Nare bir hışımla girdi içeri. Parti sona ereli birkaç saat olmuştu. Söz verdiği gibi ona gelmişti. Gelirken düşünmüştü yolda. Gediz'in merakını düşünmüştü. O merakin sebep olabileceklerini düşünmüştü. Yıkım. Olacak olan buydu. Böyle giderse hikayenin sonu belliydi. Şimdi Gediz'den bir şeyleri saklasa bile işe yaramayacaktı. Gediz eninde sonunda öğrenecekti gerçeği. Öğrenince de savaş açacaktı Akın'a, babasına. O savaşı kazanması mümkün değildi.

Nare bütün bağları koparmak için gitti 505 numaralı daireye. Öfkeyle kabarttı göğsünü. Gediz sakinlikle karşılamaya çalıştı öfkesini.

“Ya bi' dur yavaş.”

“Ne yavaşı ya, ne yavaşı?! Deli misin, manyak mısın nesin sen?!”

“Bağırma gece gece.”

“Bağırırım! Hep bizi zevkten inlerken mi dinleyecek komşuların, biraz da kavga ederken dinlesinler!”

“Ya senin derdin ne ya? Hı? Söylesene bi' bana. O Akın denen orospu çocuğu-"

“Akın?” Adını nerden biliyordu? “Sen adını nerden biliyorsun onun? Adını nerden biliyorsun? Konuştun mu onunla?! Tanıştınız mı Gediz?! Sana yapma dedim ya!!! Yapma dedim!!!”

“Durur musun lütfen, yapmadım bir şey! Tanışmadık! Kendim öğrendim kim olduğunu.”

“Iyi halt yedin! Gerizekalı! Niye her şeye burnunu sokuyorsun sen ya?!”

“Bilmiyorum! Allah da benim cezamı versin, bilmiyorum! Ben ne yaparsam yapayım ağzıma sıçmak için bir sebep buluyorsun. Bilmiyorum ne yapacağımı, ne yapmam gerektiğini bilmiyorum! Hiçbir bok bilmiyorum!”

“Evet, hiçbir bok bilmiyorsun!”

“Ben sana ne yaptım Nare? Ne bu öfken? Yanında olmak istemiştim sadece, bu seni niye bu kadar delirtiyor?”

“Başlayacağım senin bu kahraman olma aşkına ha! Yardım edecekmiş da yanımda olacakmış da! Neyin kafası bu?!”

“Kahraman olmak gibi bir derdim yok. Bak, o Akın tekin biri değil.”

“Aa gerçekten mi? Sağol söylediğin için, ben bilmiyordum çünkü!!!”

“Ne yaptı sana?” Yalvarır gibi sordu.

“Ne yaptıysa yaptı, sana ne?!”

“Nare o izler-"

“Sus!”

“Niye onunla aynı evde yaşıyorsun? Sen öyle birinin yanında durmazsın. Seni kimse istemediğin bir yerde zorla tutamaz normalde. Ne var elinde sana karşı? Tehdit mi ediyor? Niye çekip gidemiyorsun?”

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin