“ I’m crying out, I’m breaking down. I am fearing it all. Stuck inside these walls. Tell me there is hope for me. Is anybody out there listening?”
The following chapter contains content that some may find disturbing. Reader discretion is advised.
Bölüm Notu: Beethoven’ın Sonata Pathétique eseri haritamız olacak. Bu bölüm, kendi içinde üç kısımdan oluşmakta. Bu üç kısım sonata’nın üç movement’ının isimlerini alacak. Olaylar müzikle uyum içerisinde ilerleyecek. Bölüm Nare'nin on sekizinci yaş günü ile günümüz arasında paralel bir yol izleyecek. Italik yazılan kısımlar Nare'nin on sekizinci yaş gününe ait.
I. Grave – Allegro di molto e con brioİrkilerek açtım gözlerimi. Yatağımdan doğrulurken bir elim, göğüs kafesimden kurtulmak istercesine şiddetle çarpan kalbime gitti. Beni neyin korkuttuğunu hatırlamıyorum bile. Sadece korktuğumu hatırlıyorum. Etrafı dinliyorum uyku halini üzerimden atmak için beklerken. Duyabildiğim tek şey sessizlik. Kalbim özgürlüğüne kavuşma hayallerinden vazgeçti, sakinleşti. Kafesini kabullendi. Onu bu kadar rahatsız eden şeyin ne olduğunu düşünmedim. Bugün benim doğum günüm. Hatırlamadığım bir kabusun peşine düşmek yerine güzel şeylere odaklanmalıyım. On sekiz… Yeni yaşımın ilk sabahı. Değiştim mi bir gecede? Saat on ikiyi vurduğunda değişti mi hayatım, ben farkında olmadan? Başka bir insan mıyım bugün? Başka bir Nare… Bir gecede değişebilir mi ki insan? Birkaç dakikada belki. Değişmek bir anda olur mu yoksa yıllar mı gerekir? Değiştiğini anlayabilir mi insan? Kimim ben? Kime dönüştüm? Kendime?
Bacaklarımı tembelce yatağımdan dışarı uzattım esnerken. Uyan. Bugün senin doğum günün Nare. Gözlerimi ovuşturdum. Yüzümü yıkamaya giderken yarı açık pencereden kuşların cıvıltısını duydum. Şarkı söylediklerini düşünmedim nedense. Ne anlatıyorlar kim bilir. Belki de adına cıvıltı dediğimiz ve mutlulukla özdeştirdiğimiz o sesler birer çığlıktı, feryattı. Acıyı mutlulukla karıştırmış olabilir miydik? Yüzümü yıkadıktan sonra pencereden dışarı baktım uzun uzun. Kuşları göremedim ama seslerini duyuyorum. Hava açık, çimenlerin kokusu pencereme kadar yükselmiş. Mutlu olmamak için hiçbir sebep yok. Her şey çok güzel görünüyor. Fazla mükemmel. O kadar mükemmel ki, sakladığı kötü bir gerçek var sanki. Böyle düşünmemeliyim. Kötü hissetmek için hiçbir sebebim yok. Mutfağa inmeden önce duvardaki aynaya takıldı gözlerim. Aynıyım işte. Ben hala benim. Değişmiş olsaydım, yine aynı mı görünürdüm? Belki farklı görünürdüm ama farklı göründüğümü fark etmezdim. Aynalar ne kadar gerçekçi olursa olsun, ona bakan gözler ne görmek istiyorsa gerçek odur. O halde gerçek eğilip bükülür, sana başka ötekine başka görünür. Eğer öyle ise, hangisine inanmalı? Gözlerim neyi görmek istiyor? Hangi gerçeği görüyor, hangi gerçeğe kör? Görebildiğimin ötesini merak ediyorum. Neden bu merak? Neyi bekliyorum? Bir işaret?
“Bugün çok güzel bir gün olacak,” dedim aynadaki yansımama. Arkamdaki duvarda asılı olan Ophelia tablosu büyük bir gürültü ile düştü. Sesi duyar duymaz korkuyla gürültünün kaynağına döndüm. Aptal, korkulacak bir şey yok. Sadece bir tablo. Kendi kendime söylenerek tabloyu düştüğü yerden kaldırdım ve yerine astım. Gözlerim Ophelia'nın solgun, ifadesiz yüzüne takıldı. Yarı açık gözlerinde dudaklarında bir yaşam belirtisi aradım. Ölüm onu lanetlemiş mi yoksa sonsuzluğu mu bahşetmiş, anlamak zor. Sonsuza kadar genç ama soğukluğun içinde hapis. Etrafındaki renkler ise inadına canlı. Yeşil, ölümle garip bir savaşa girmiş. Ophelia'nın cansız bedeninin etrafındaki, üzerindeki çiçekler rengarenk. Bana pencereden dışarı baktığımda gördüğüm manzarayı hatırlatıyor. Renkler ölümü saklamak, onun soğukluğunu bastırmak için mi canlı bu kadar? Ne önemi var ki? Yeşil en olağanüstü tonuna büründüğünde gerçek değişir mi? Ophelia, çiçekler içinde bütün ihtişamı ve güzelliği ile suyun yüzeyinde bir peri kızı misali süzülüyor olsa bile gözleri cansız. Hangi renk bu gerçeği değiştirebilir ki? Peki ya çiçekler? Elindeki gelincik çiceği ölümü temsil ediyor. Papatyalar masumiyeti… Boynunu çevreleyen menekşeler sadakati… Ölüm bile kurtaramamış onu bu dünyanın kalıplarından. Ölürken bile güzel olmak zorundaydı mesela. Ölüm böyle bir şey miydi ki? Ölüm böylesine romantik, böylesine güzel miydi? Öyle olsaydı onu saklamak için bu kadar çabaya girilir miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...