“Well now really when we go back into falling in love. And say, it's crazy. Falling. You see? We don’t say ‘rising into love’. There is in it, the idea of the fall. And it goes back, as a matter of fact, to extremely fundamental things. That there is always a curious tie at some point between the fall and the creation. Taking this ghastly risk is the condition of there being life. You see, for all life is an act of faith and an act of gamble. The moment you take a step, you do so on an act of faith because you don’t really know that the floor’s not going to give under your feet. The moment you take a journey, what an act of faith. See, you've given yourself up. But this is the most powerful thing that can be done: surrender. See. And love is an act of surrender to another person. Total abandonment. I give myself to you. Take me. Do anything you like with me. See. So, that’s quite mad because you see, it's letting things get out of control. All sensible people keep things in control. Watch it, watch it, watch it. Security? Vigilance. Watch it. Police? Watch it. Guards? Watch it. Who’s going to watch the guards? So, actually, therefore, the course of wisdom, what is really sensible is to let go, is to commit oneself, to give oneself up and that’s quite mad. So we come to the strange conclusion that in madness lies sanity.”
Gediz yaşasın…
Gediz olmadan burdan çıkmayacağım… Sensiz hiçbir yere gitmem… Benim bu hayatta tek bir isteğim var o da sensin…Burdayım ben, seninleyim…
“Gediz…”
Parmaklarım kasıldı. Avcumun içine sıkıştırdığım örtüyü hissettim gözlerimi açmadan önce. Acıyla inledim. Kırık ayna parçalarının arasına ellerimi daldırdığım o anlar zihnimi ele geçirdi. Kontrolümü yeniden sağlayıp, bugünde kalabilmek için gözlerimi açık tutmaya çalıştım. Kapatırsam geçmişin karanlığı şekillendirmesine izin vermiş olurdum. Nerdeydim? Hastane…Burası bir hastaneydi. Ama nasıl…? Nasıl çıkmıştık ordan? Birlikte çıkmış olmalıydık değil mi? Birlikte… Bizi buraya kim getirmişti? Gediz… Gediz nerdeydi, iyi miydi? Onu görmeliydim. Onu görmeye ihtiyacım vardı. Ona ihtiyacım vardı. Kendimi yataktan kalkmaya zorladım. Kollarım bandajlarla sarılıydı. Biraz halsiz hissediyordum. Çok kan kaybetmiş olmalıydım ama şu an umrumda değildi. Serumu kendimi daha fazla incitmeden çıkarmaya yeltenmiştim ki kapı açıldı ve içeri hemşire girdi. Yatağa dönmem için beni ikma etmeye çalıştı ama onu dinlemeye niyetim yoktu. Gediz neredeyse, benim orda olmam gerekiyordu. Burda kalamazdım. Sakince bekleyemezdim. Ona ne olduğunu bilmeden, onu görmeden gönül rahatlığıyla nefes almam mümkün değildi. Israrlarıma dayanamayan hemşire beni Gediz'in odasına götürmeyi kabul etti.
Bu kez uyandığında yanında olacaktım. Bu kez o güzel gözlerini açtığında beni görecekti. O gün benim için kurşun yediğinde onu yalnız bırakmıştım. Kendi kalbimden kaçmaya çalışmıştım beceriksizce. Deli gibi merak etsem de gidememiştim kapısına. Benim için akmıştı kanı. Benim yüzümden vurulmuştu ama ben onun kadar cesur olamamıştım. Kalıp yaralarını saramamıştım. Bugün aynı hataya düşmeyecektim. Yalnız uyandığı o sabahı unutur muydu, bilmiyordum. Bana hiç itiraf etmediği kırgınlığı geçer miydi, bilmiyordum. Ama onun kalbi beni bağışlayana dek uğrunda savaşırdım ben.
Derin bir nefes verip girdim odasına. Gözleri kapalıydı. Yüzü solgun görünüyordu. Boynundaki yarasına müdahele edilmişti. Hayattaydı. Inip kalkan göğsüne baktım bir süre yaşadığından emin olmak ister gibi. Nefesini dinledim. Sessizce yanına yaklaştım. Ağlamayacaktım aslında ama onu öyle bir hastane odasında yara bere içinde görmek… Yüzleşmek zorunda olduğum bir korkuydu bu. Beni hayata döndüren, bana aşkı öğreten bu güzel adamı kaybedebilirdim. Neredeyse kaybediyordum. Düşündükçe kanım donuyordu. Saçlarına uzandım. Parmaklarım onu uyandırmaktan korkarak, ürkekçe sevdi. Sonra eğilip gözyaşlarımın ateşinin kavurduğu dudaklarımı bastırdım alnına. Ikimiz de sessiz sakin sevebileceğimizi sanmıştık birbirimizi. Ama sessizlik aşkın doğasına aykırıydı. Aşk gürültülüydü. Senden seni isteyen, teslim olman için bütün yollarını kendine bağlayan bir duyguydu aşk. Sadece birinin yanında olmak, onunla el ele yürümek demek değildi. Aşk hep daha fazlasını istiyordu. Aslında seni kendi içinde bir yolculuk yapmaya zorluyordu. Hiç bilmediğim yönlerimi aşkla keşfettim ben. Bunca zaman kaçtığımı sanıyordum ondan. Direndiğimi sanıyordum ama direnişin adı teslimiyetti. Onu kaybetme korkusuyla yüz yüze geldiğim an her şeyden vazgeçecek kadar teslim olmuştum aşka. Mantık oyun dışıydı. Aklım dünyanın tek bir kişinin nefesine bağlı olmadığını biliyordu. Aklım ne kadar acı olursa olsun onsuz yaşayabileceğimi biliyordu. Aklım hayatta kalmak için aşka tutunmak zorunda olmadığımı biliyordu. Ama kalbim onun içinde olmadığı bir dünyada atmayı reddediyordu. Nefesin onun nefesine değmeyecekse ne anlamı var diyordu bana. Onu bu kadar çok sevmek beni korkutuyordu. Kalbimde öyle bir edinmişti ki kendine, istesem de sökup atamazdım artık. Hemen hemen her duygu kontrol altına alınabilirdi ama aşk öyle değildi. Aşk başına buyruktu. Hayatını kontrol edemediğin bir gücün eline bırakmak delilikti. Ve ben bu deliliğe bile isteye teslim olmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...