“Oh, why you look so sad? Tears are in your eyes. Come on and come to me now. Don’t be ashamed to cry. Let me see you through ‘cause I've seen the dark side too. When the night falls on you, you don’t know what to do. Nothing you confess could make me love you less. I'll stand by you.”
Gediz’in soğuk duvarlarıyla olan mücadelemin dördüncü günündeyim.
Melek New York'a döndükten sonra birbirimize daha fazla uzaktan bakar olduk. Aydınlığa çıkabilmek için sesini arıyorum ama o inadına susuyor.
Onun sessizliği beni karanlığa mahkum ediyor. Yolumu nasıl bulacağımı bilmiyorum. Bazen gözlerinde kendimi görüyorum. Aceleyle kaçırıyor bakışlarını. Kalbini saklıyor benden. Umudum tükeniyor. Ruhuma batıyor küskünlüğü. Beni asla affetmeyecekmiş gibi geliyor bazen.
Düşündükçe boğuluyorum pişmanlığımda. Sonra hiç beklemediğim bir anda fark ediyorum beni izlediğini. Kalbim çarpıyor. Benden gizli beni sevmesine tutunuyorum. Içimdeki özlem gittikçe büyüyor. Konuşsun istiyorum, gerekirse kırıp döksün ama susmasın. Kendine saklamasın bu acıyı. Canı yanarken bile benim canımı düşünmesin. Bu kez değil. Yağmurun altında Sancar'la ettiği o kavga geliyor aklıma. Beni kendi öfkesinden nasıl da korumuştu. Dünyayı yıksam altında kalsa, yine de suçlamazdı Gediz beni. O gün görmüştüm bunu. Şimdi tam da o noktadaydık. Ben dünyayı yıktım, o altında kaldı. Keşke suçlasa, dikilse karşıma, bunu bize sen yaptın dese. Bunu bize ben yaptım…
Bu sabah Gediz ile konuşmayı deneyecektim. Yine.
Henüz çabalarımda başarıya ulaştığım söylenemezdi ama bugün beni geri çeviremeyeceğini biliyordum. Çünkü hala birlikte çalışıyorduk ve konu işle ilgiliydi. İhtiyacım olan belgeleri dün gece Ozan getirmişti. Ozan aracılardan biriydi. Gediz ile aramda üç aydır çok sayıda insandan oluşan bir köprü vardı. İşleri bu şekilde yürütüyorduk ama ben yanı başındayken aynı sistemi devam ettirmenin bir mantığı yoktu. Gediz istese de istemese de benimle yüz yüze gelecekti. Konu biz olmayacaktık belki ama yine de benimle konuşması gerekecekti. Verandada onu beklemeye koyuldum. Sabah erken çıkmıştı. Ne zaman döneceğini bilmiyordum. O gelene kadar Ozan’ın getirdiği belgeleri inceledim bir süre. Yaklaşık kırk dakika sonra bir taksi yanaştı kapıya. Gelen Gediz'di. Şaşırdım çünkü arabasıyla gittiğinden emindim. Neden taksiyle dönmüştü? Elimdeki kağıtları bir kenara bırakıp ayaklandım. Önce beni görmedi. Gördüğünde ise nedenini anlayamadığım bir telaşla kafasını çevirdi diğer yana. Adımlarımı sıklaştırıp ona yetiştim. Bana bakmak zorunda kaldı. Kaşının kanadığını o zaman gördüm.
“Ne oldu sana?” diye sordum yüreğim ağzımda.
Söyleyip söylememek arasında kalmış gibi duraksadı. Alçak sesle itiraf etti sonunda.
“Kaza yaptım.”
Kanım çekildi korkuyla. “Kaza mı yaptın? Nasıl…nerde? Araban… Sen… iyi misin? Nasıl oldu, ne zaman oldu? Hastane. Hastaneye gittin mi?”
“Iyiyim, endişelenmene gerek yok. Başımı çarptım sadece. Önemli bir şey yok.”
Cevap vermediği sorumu yineledim. Geçiştirmeye çalışıyordu. Iyi de neden? “Nasıl oldu bu Gediz?”
“Frenler tutmadı.” Bir elini alnına götürdü. Gözlerini kaçırdı. “Neyseki çok hızlı gitmiyordum. Dediğim gibi, iyiyim. Araba da tamirde.”
“Nasıl iyisin? Frenler tutmadı diyorsun… Ne demek frenler tutmadı?” Nefesimi tuttum. “Bunu sana biri yaptı değil mi? Kaza değildi. Biri seni öldürmeye çalıştı.”
Gediz sustu. Korku ve panik tüm bedenimi ele geçiriyordu yavaş yavaş. Biri Gediz'i öldürmeye çalışmıştı. Bunu yapan her kimse başarılı olabilirdi. Gediz ölmüş olabilirdi. Şu an hayatta olması tamamen şans eseriydi. Böyle bir şeyi kimin yapabileceğini düşününce aklıma tek bir isim geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...