"Naptı Muğla sana?""Anlatsam destan olur, uzun yani," dedi Gediz buruk bir gülümseme ile. Benim cevabımı vermişti. Gülümsemesine gülümsedim. "Özür dilerim," dedim sonra. "Ileri gittim. Sen haklıydın. Ne biliyorum ki senin yaraların hakkında. Sormadım hiç. Gereksiz yükseldim öyle."
"Ben özür dilerim. Asıl ben ileri gittim."
"Gitmedin sadece o an duymaya hazır olmadığım şeyler söyledin," dediğimde sessizce konuşmaya devam etmemi bekledi. Ellerimi dizlerimin üzerinde birleştirdim gergince. "Evet, belki de korkaklık bu," diye itiraf ettim. "Haftasonu çok güzeldi. O kadar güzeldi ki… ben yıllardır hiç… böyle… mutlu hissetmemiştim. Bu kadar hayatta… ya da canlı demeliyim. Doğru kelime bu galiba. Yaşıyormuşum gibi. Hayat dolu. Alışık olmadığım bir şeyden bahsediyorum."
"Yaşadığını hissetmekten mi korkuyorsun?"
Doğrudan bana baktı. Ben yapamadım.
"Güzel şeylerden korkuyorum. Insan hep bildiği cehennemi bilmediği cennete tercih eder ya."
"Bilmez miyim…" İç geçirdi. "Ben de burdayım sonuçta. Amerika'da olabilirdim mesela. Ama burdayım."
"Muğla senin de mi cehennemin?"
"Bazı şehirlerin… tadı var. Muğla benim ağzımda hep acı bir tat bıraktı. Metalik, kül gibi. Bozuk bir şey gibi. Çürümüş bir şey. Bir türlü hatırlayamadığın bir anı gibi Muğla. Orda… Detaylı bir şekilde hatırlamıyorsun tam olarak ne yaşandığını. Sadece sana nasıl hissettirdiğini hatırlıyorsun. Sadece bir his. Kötü bir his. Unuttuğun bir anı ama hayal meyal hala orda. Böyle bir yer Muğla benim için. Silik kötü bir anı gibi ama tam anlamıyla asla unutamıyorsun."
Bu söyledikleri düşündürdü beni. Ne küstürmüştü Gediz'i bu şehre? Ağzındaki acı tadın kaynağı neydi? Aile. Aile olmalıydı cevap. Çünkü içine doğduğu dünyada hayallerinden bir kanat örer çocuklar. O kanatlar ilk ailede kırılır. Genelde. Gediz'in ailesini düşündüm. Onu seven, destekleyen annesini ve ablasını düşündüm. Eksik bir parça vardı. Çekinerek sordum.
"Babana ne oldu? Annenle, ablanla tanıştım. Peki baban?"
"Öldü."
Tek kelime. Bunu söylerken üzgün olup olmadığını anlayamadım. Bütün duygulardan arınmış gibiydi o tek kelime. Kasvetli, ağır bir anlamı vardı oysaki ölümün ama onun ağzından dökülürken içi boştu. Terk edilmiş kocaman görkemli bir malikane gibi. Yıkık dökük rutubetli ve yalnız ama hala ayakta. Çok eski ve tozlu ama en ufak bir kıpırtının yankısıyla çok çabuk can bulabilir de aynı zamanda.
"Başın sağolsun," dediğimde tepkisiz kaldı. Başını salladı sadece. Bu konuyu konuşmak istemediğini görebiliyordum. O da kendi zamanında anlatacaktı bir şeyleri. Zamanla. Yine de burda karşılıklı oturuyor olmamız bile bir adımdı. Hala burdaydım. Belki de olmamalıydım. Ne durdurmuştu ki beni? Gidersem güneşten yeniden nefret edebilirdim. Sebebi Gediz miydi o zaman?
Sana yaşadığını hissettirecek bir şey gelse başına, bunu hak etmediğini düşündüğün için ya inkar edersin ya da nefret edersin ondan demişti bir terapistim. Mutluluğu sabote etmek gibi bir huy edinmiştim kendime çünkü. Hiçbir beklentin olmadan, karanlıkta ölümü beklemek kolay. Beklediğin şey seni korkutmuyor o zaman. Yaşam bir kayıp gibi hissettirmiyor ona uzaktan bakarken. İlk defa yaşama uzaktan bakıyor gibi hissetmiyorum. Kaybedecek bir şeyim var sanki. Artık var. Karanlık eskisi gibi koyu değil. Beklediğim şey artık ölüm değil. Gelirse onunla gitmek ister miyim emin değilim. Bu beni korkutuyor.Bir süre oturduk orda. Pek konuşmadık. Bir iki kadeh rakı sonrası eve döndük. Sokakta yürürken birkaç kez ellerimiz değdi birbirine belli belirsiz. Dargın mıyız, değil miyiz bilemedim. Bana bir soru sordu. Moteldeyken, sarhoş olduğum gece uyumadan önce konuştuklarımızı hatırlayıp hatırlamadığımı öğrenmek istedi. Hatırlamadığımı söyledim. Yalan değildi. Neden sorduğunu söylemedi. Geçiştirdi hemen. Üstelemedim. Karşılıklı koltuklarda uyuduk o gece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...