"Nasılsın?"
*Fonda Kim Wilde – Cambodia* (21 Haziran 2015, Muğla)
Telefonun sesini biraz daha açıp fotoğraf makinesinin yanına bırakıyorum. Bir yandan da kendimce dans edip şarkının melodisini mırıldanıyorum. Güzel bir sabah. Doğum günüm. Uyanır uyanmaz burda buldum kendimi, deniz fenerimizde. Bekleyemedim. Balkon kısmına yürüyorum hafif bir rüzgar eşliğinde. Saçlarım dağılıyor. Koluma bağladığım rengarenk fuları çözüp saçlarımı toplamaya yelteniyorum. Gözlerim denizde. Arkamdan gelen şarkıyı mırıldanmaya devam ediyorum. Tam o esnada bileğimde onun dudaklarını hissediyorum. Fular heyecandan parmaklarımdan kayıveriyor, saçlarım özgür kalır kalmaz omuzlarıma dökülüyor. Fular yerde. Elimi yavaşça indirirken bileğimden avcuma doğru ilerliyor Gediz'in dokunuşu. Parmaklarımız iç içe geçiyor, ona bakıyorum gülümseyerek. O da gülümsüyor. Beni öpmek için hafifçe eğilirken ben de ona uzanıyorum. Dudaklarımız buluşuyor. “Iyi ki doğdun…” diye fısıldıyor kulağıma. Kalbim deli gibi atıyor.
“Bugün hayatımın en güzel günü olacakmış gibi bir his var içimde,” diyorum ona. Boşta kalan eliyle dağılmış saçlarımı düzeltiyor. Gamzelerine güneş ışığı vuruyor, gözlerimi kamaştırıyor.
Dışardaki karanlığa bakıyorum şarkı kulağımdan yankı yaparak yavaş yavaş silinirken. Gediz beni deniz fenerine geri getirdi. Yanaklarım hala ıslak gözyaşlarımdan. O günü hatırlıyorum. Güneşin yerini alan geceyi izliyorum. Arkamda titreyen nefesini duyunca yüzümü dönüyorum. O zaman fark ediyorum ona ne yaptığımı. Gediz iyi değil. Gözlerinin çevresi kızarmış, ağlamamak için kendiyle mücadele ediyor gibi. Göğsü kesik kesik aldığı nefesle inip kalkıyor. Yüzü bembeyaz. Zar zor duruyor ayakta. Ona bunu ben yaptım. Beni uçurumun başında görmenin onu nasıl etkileyeceğini düşünmeliydim. Hem de Müge’nin ölüm yıl dönümünde. Onun düştüğü yerde… Bir adım atıyorum sevdiğim adama doğru ama duruyorum. Ona uzanan elim havada kalıyor. Çünkü hatırlıyorum dokunmaya hakkımın olmadığını.
“Ben… özür dilerim… Gediz.” Hayal ettiğimden daha farklı tonluyorum ismini. Sesim çatlak. Gözlerim korkak. “Beni orda görmek… seni… Senin ne hale geleceğini… Düşünemedim.”
Doğru düzgün cümle kurmayı bile beceremeyerek susuyorum mahcup bir şekilde.“Daha önce de benim ne hale geleceğimi düşünmemiştin. Şimdi niye düşünesin?” diyor birden. Intikam almak ister gibi değil. Sesinde kırgınlık var. Küskünlük… Sitemi dokunuyor, canımı yakıyor yine de. Elimde olmadan yükseliyorum.
“Öyle mi sanıyorsun? Ne yaptım ben, seni unuttum hayatıma mı baktım? Sildim mi yaşadıklarımızı? Öyle mi oldu sence?”
Belki de ona yöneltmek istediğim sorular bunlar. Sormaya cesaretim yok.
Omuz silkiyor. “Olmadı mı?”
“Senin için öyle mi oldu? Unuttun mu, baktın mı hayatına?”
Birbirimize yaklaşıyoruz birkaç adım. Bu kez o da tepkisiz kalmıyor. Bana çevirdiği gözleri çakmak çakmak. Küskün bakışlarına öfkesi ve inadı eşlik ediyor şimdi.
“Evet, aynen öyle yaptım. Unuttum, hayatıma baktım.”
Yutkunuyor. Ellerimi iki yana açıp etrafı gösteriyorum. “O yüzden mi burası ilk günkü gibi duruyor?”
“Ben altı yıldır buraya adımımı atmadım. Ilk defa bu gece… ya ben sana neyin açıklamasını yapıyorum ki?”
Kısa bir sessizlik.
“Gediz…”
“Bu gece burda kalırsın, yarın da erkenden çeker gidersin.”
Yüzüme bakmıyor. Yere bakmak zorunda. Çünkü burası anılarımızla dolu. Duvarlarda onun çizimleri, fotoğraflarımız… Her bir eşyayı ellerimizle seçip taşımıştık buraya. Her ayrıntının bir hikayesi var. Nereye çevirse başını bizi görecek. Kapatsa gözlerini, karanlık mı karşılardı onu, merak ediyorum. Yoksa hatıralarımız göz kapaklarına da kazınmış olabilir miydi? Beni görür müydü, benim onu gördüğüm gibi… Gülümsemesini…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...