“Omnia vincit amor: et nos cedamus amori"
“Love conquers all things, so we too shall yield to love.”
THE FINAL ACT
ACT III: THE REAL: “Nisi Dominus"
“Deus meus es tu, et confitebor tibi: Deus meus es tu, et exaltabo te. Confitebor tibi quoniam exaudisti me: et factus es mihi in salutem.”
(You are my God. And I will confess to you. You are my God, and I will exalt you. I will confess to you for you have heeded me. And you have become my salvation.)
Bölüm Şarkısı: Son sahne: Stand By Me / Muse – Uprising
“Her seferinde birbirimizi buluruz”: Patrick Hamilton – A New Beginning
Flashback sahneleri: Max Richter – Dona Nobis Pacem (1 – 2 – 3)
“Ben seninle gerçeğim”: Duncan Laurence – Arcade
Bölüm içinde geçen şarkılar: Soundgarden – 4tH of July, King Crimson – Moonchild (imcluding “The Dream" and “The Illusion"), Nisi Dominus, RV 608: Cum Dederit (Vivaldi), Shostakovich – Piano Concerto No. 2 in F Major, Op. 102: II. Andante
*4 Temmuz 2026
Call her moonchild, dancing in the shallows of a river. Lonely moonchild dreaming in the shadows of a willow. Talking to the trees of the cobweb strange. Sleeping on the steps of a fountain. Waving silver wands to the night bird’s song. Waiting for the sun on the mountain…
Kulağımda onun sesiyle uyandım. Mırıldandığı King Crimson şarkısına gözlerim kapalı gülümsedim. Elleri tenimde şarkının yaydığı eterik enerjiyi yoğunlaştırırken yüzümü ona döndüm esneyerek. Kirpiklerim yavaşça aralanıp dünyanın en güzel manzarasını hediye etti bana.
“Uykucu,” diye takıldı Gediz ben gamzelerine dokunurken. Ordan çıplak omuzlarına indi elim.
“Ne zamandır uyuyorum?”
“Oldu bayağı… Ben mi uyandırdım seni?”
Başımı sallayarak onayladım onu. Gerindim bir kez daha esnerken. Sonsuza kadar bu yatakta onunla kalabilirdim. “Sen uyandırdın beni…” dediğimde gülmekle gülmemek arasında kalmış gibi dudaklarını büktü. “Ee ne yapayım uyumaya devam mı edeyim ben?” diye sordum onu denemek için.
“Etme. Uyuma.” Fısıldadı. “Benimle kal.”
Bana doğru eğilince gözlerimi kapadım. Dudakları dudaklarımın üzerindeki yerini aldı usulca. Kapı kolunun çevrilme sesiyle gözlerimi açtım. Yatakta yapayalnızdım şimdi. Gediz yoktu. Biri kapıyı zorluyordu. O zorladıkça kapı kolu hareket ediyordu ama açılmıyordu. Yataktan fırladım korkuyla. Gediz nereye kaybolmuştu? Sağımda ve solumda pencereler vardı. Önce sağıma gittim. Mavi bir gökyüzü ile karşılaştım. Soldaki pencere ise kırmızı bir gökyüzüne açılıyordu. Kapıyı açmak istedim ama içimden bir ses açma dediği için durdum. Kapı biraz daha zorlanınca duvardaki tablo düştü.
Ophelia Drowning.
Tablo ile aynı anda kitaplıktan bir kitap düştü yere. Kendiliğinden açıldı ve sayfalar görünmeyen bir el tarafından hızla çevrilmeye başlandı.
Alice's Adventures in Wonderland.
Göz kapaklarını araladım. Arabadaydım. Rüyaydı. Sadece bir rüyaydı.
Sürücü koltuğunda oturan Izzy bana baktı. “Uyuma,” dedi. “Uyurken zihnin savunmasız. Sana ulaşabilir.”
Başımı salladım anladığımı göstermek için. Gözlerimi ovuşturdum.
“Ay çiçeği. Kansas.”
“Gerçekten mi Izzy? Ay çiçeğinden Gediz'in Kansas'a kaçırıldığı sonucunu mu çıkardın?”
“Hayır sevgilim, sadece ay çiçeğinden değil tabii ki ama ay çiçeği Kansas'ın sembolü gibi bir şey. Hoşgeldiniz tabelasında bile ay çiçeği var. Internet olsaydı açıp gösterirdim.”
“Bence de Kansas. Sarı tuğlalı yol demiş. The Wizard of Oz. Hikaye Kansas'ta geçmiyor mu?”
“Tamam Sılacığım, Kansas diyorsunuz ama Kansas'ta neresi? Koca state. Filmde fictional bir town kullanılmıştı.”
“Kansas'ta Dorothy's House and the Land of Oz diye bir yer var. Hikayedeki kasabanın replikası gibi, böyle turistik bir yer. Liberal, Kansas'ta. Bence ordan bahsediyor. Siyah heykel demiş. Kız çocuğu heykeli. Orda tam da öyle bir heykel var. Dorothy'nin heykeli. Hatta elinde köpeği ile. Siyah bir heykel. Dorothy’nin evinin önünde de ay çiçeği maketi vardı. Orası bence.”
“Simülasyonun merkezi olarak turistik bir mekan seçmiştir diyorsun yani?”
“Neden seçmesin? Benim bununla ilgili bir teorim var.”
“Dinliyoruz Izzy.”
“CIA mkultra programını devam ettirmek için kullandığı paralel evrene Simulacra adını vermiş değil mi? Bu kavramı nerden biliyoruz peki biz, söyleyin bana.”
“Baudrillard.”
“Aynen öyle. En basit anlamda Simulacra bir gerçekliğin kopyası demek. Baudrillard’ın savunduğu bir şey vardı Disneyland ile ilgili.”
“Ha evet. Amerika'nın simulacrası demişti galiba Disneyland için.”
“Aslında Amerika’nın bir Simulacra olduğunu söylemişti. Disneyland son derece görkemli, gözleri kör edecek kadar renkli ve ışıltılı bir dünya. Gerçeküstü bir yanı var yani. Hyperreal bir dünya. O kadar gerçeküstü ki Disneyland'in dışındaki dünyanın gerçek olduğuna inanmana sebep oluyor. Ama Baudrillard diyor ki, o gerçek sandığınız dünya da gerçek değil. Gerçek artık gerçek değil diyor. Sadece simulacralar var. Disneyland bu durumu gizlemek için, bu gerçekten dikkati uzaklaştırmak için var. Gerçek sandığımız dünyanın gerçek olmadığını anlamayalım diye. Disneyland temelinde orijinalliği olmayan kopya bir gerçekliğin kopyası.”
“Benim kafam bayağı karıştı. The Wizard of Oz'a tam olarak nerden bağlayacaksan bağla lütfen.”
“Hemen bağlıyorum Sıla. Şöyle ki, The Wizard of Oz dünyası da bir Simulacra. Gerçek sandığımız dünyanın bir kopyası ama biz bugün biliyoruz ki bizim dünyamız da aslında bir simulacraymış. The Wizard of Oz Disneyland gibi yani.”
“Hatta filmin içinde de iki dünya yok muydu? Bir yerde siyah beyaz renksiz gerçek dünya yani Kansas, diğer tarafta ise ışıltılı rengarenk bir dünya Oz. Kansas Amerikaysa, Oz Disneyland.”
“Yaniii? Bu konuşma benim için fazla entelektüel kızlar, özetleyin.”
“Tamam tamam. Yani Izzy'nin Kansas'ta olduğunu söylediği bu turistik Wizard of Oz kasabası gerçeklikten birkaç seviye taşınmış bir Simulacra. O tozlu renksiz Kansas'ın aslında gerçek olmadığını anlamayalım diye oluşturulmuş renkli bir dünya. Orayı merkez olarak alması gayet mantıklı böyle düşününce.”
“Kansas'a gidiyoruz o zaman? Kaç saat sürer?”
“On sekiz, yirmi saat falan. Bir gün diyelim biz ona.”
“O zaman Kansas'a gidiyoruz.”
“Kansas'a gidiyoruz.”
“Merak etme, bulacağız Gediz'i,” dedi Doğa arka koltuktan öne doğru uzanıp omzumu sıkarak. Adını duymak bile burnumun ucunda bir sızıydı. Gözyaşlarım akmaya hazır bekliyordu. Onları zor tutuyordum. Motorun sesine odakladım kendimi. “Niye aldı onu?” Bıkkın, yorgun bir öfke ile sordum. Her şey bitmişken, dünya kül rengi bir kalıntıya dönüşmüşken bile ben aşkımla sınanmaktan yorulmuştum. Gri dünyaya diktim gözlerimi. Açık pencereden içeri giren rüzgar saçlarımı savurdu, umursamadım. “Nasıldı biliyor musun? Hikaye devam ederken sanki yazar bir anda girdi kendi yazdığı hikayenin içine, durdurdu her şeyi. En sevdiği karakteri aldı, çekti gitti. Sonra hikaye kaldığı yerden devam etti. Öylece. Hiçbir açıklama yapmadan. Geldi, müdahele etti, gitti. Ne yapacak ona? Ya da ne oldu diğerlerine? Simulacra'daki Gediz ve Nare'ye ne oldu?”
“Bazı sorularımızın hiçbir zaman cevapları olmayacak.”
“Olmaz tabii, biz çok postmodern bir hikâyeyiz çünkü. Önemli olan sorular, cevaplar kimin umrunda?” diye söylendim.
“Şimdi bu gideceğimiz yerde, eğer söylediğiniz gibi simülasyonun merkezi orasıysa, ne bulmayı umuyoruz tam olarak?” dedi Doğa kısa bir sessizliğin ardından. Açıkladım.
“Dr. Hoffmann Colby'nin orda bir teknoloji gizlediğini söyledi. Dünya üzerindeki herkesin zihninin bağlı olduğu bir sistem. Herkesin acılarının, travmalarının kayıtlı olduğu bir hafıza. Eğer Colby'nin zihni ile bu sistem arasında bir link oluşturabilirsek, Sophia Colby’nin bunu kaldıramayacağını söyledi. Onca acı, travma, kabus… hepsi bir anda zihnine çökecek. Bir kere değil milyonlarca kez kırılacak zihni. Parçalanacak."
“Ölecek yani.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...