“Aklımda deli bir düşünce var. Sanki tüm sorularımın cevabı onda saklı.”
Hiç uyumamış gibi uyandım. Yüzüm o’nun olması gereken yere dönüktü ama gözlerimi o’na değil, yanımdaki boşluğa açtım. Simülasyon 1, Nare ve Gediz 1.
Yüzüğü hala yastığın üstündeydi. Uzanıp elime aldım, sırt üstü yatarken yüzüğü havaya kaldırıp içindeki yazıyı okudum. Stand By Me. O üç kelime sayısız anıyı çağırdı. Hızlıca geçilen sessiz bir slayt gösterisi gibi zihnimde belirdiler teker teker. Yüzüğü parmağıma taktığı ilk an. Heyecanı. Gülümsemesi. Nikâhımızı kıyan görevlinin you may have a kiss deyişinin ardından birleşen dudaklarımız. Alkışlar. Dansımız. Mutluluğumuz. Kollarının arasında hissettiğim huzur. Ertesi gün sabahın ilk güneşi onun yüzünde parıldarken and fuck you too, diye fısıldayışım. Sonra onun sesi. Fuck you too… Ellerimizde şampanya kadehleri. Dudakları dudaklarımda.
Yüzüğe sıkıca tutunan elim kalbimin üzerine kapandı. Kırmızı perdelerin arasından içeri sızan güneşle gözlerimi kapattım. Sol şakağıma tek bir damla gözyaşı aktı geçtiği yerleri yakarak. Gamzeleri. Rüzgar. Saçlarımın arasındaki elleri. Denizin sesi. Parmaklarım daha sıkı sarıldı kalbimin üzerindeki yüzüğe. Nefesi kulağımda. Daha fazla dayanamadım. Gözlerimi açtım.
Her yanım ağrıyordu. Bu durumu hastalık öncesi kırgınlık haline benzetebilirdim. Neden böyle hissettiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Belki de burda olmak beni hasta ediyordu. Kendimi yataktan kalkmaya zorladım. Yüzüklerimizi sakladım. Aynası olmayan banyoda hızlı bir duş aldım. Vücudumda morluklar vardı. Bacaklarımda, karnımda. Bu izlerin dün bedenimde olmadığına yemin edebilirdim. Her ne olduysa ben uyurken oldu, düşüncesi geçti aklımdan. Ben uyurken ne oldu?
Önce burun kanaması, şimdi morluklar... Üstüne düşüp teorilerle kendimi delirtmek yerine bir işe yaramaya karar verdim. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama güneş yeni yeni doğuyordu. Baskına gittiğimiz binaya dönmenin tam sırasıydı.
Mümkün olduğunca dikkat çekmemeye çalışarak yürüdüm koridorda. O'nun odasının önünden geçerken içim gitse de durmadım. Duramadım.
Kimse kimseye günaydın demiyordu. Ayak üstü sohbet etmek istemiyordu. Bu yüzden binadan çıkışım çok zor olmadı.
Yeni dünyanın en dikkat çeken yanlarından biri ihtişamıydı. Herkes iyi giyinimliydi. Gözünüzün değebileceği her yapı ultra lükstü. Burası Upper East Side'dan çok farklı değildi. “Kusursuz” düzenin oldukça zengin bir muhitle inkar edilemeyecek düzeyde paralel oluşunu beynimin not bölümüne ekledim. Şimdi acelem vardı.Her ayrıntısında gösteriş barındıran bu kırmızı rüyanın içinde deviantları bulmak için gittiğimiz yeri yeniden bulmalıydım. Ezberlediğim yolu izledim. Kaybolmadan, başka yere sapmadan ulaşmam gereken nokyaya ulaştım. Çevredeki yıkık dökük tek ev orası olabilirdi. Bu yüzden kolay olmuştu. Kimsenin beni takip etmediğinden emin olmak için etrafı kolaçan ederek yaklaştım binaya.
Kıyafet dolabındaki kadın hiçbir dövüş tekniği bilmeyen beni kolayca alt etti eve adımımı atar atmaz. Bileklerimi arkamda birleştirip başımı sertçe duvara yaslandığında onlardan biri olduğumu anlatmaya çalıştım bana inanmasını umarak. Ensemdeki sembolün neden görünmediğini açıkladım. Yalan söylemediğimi birkaç kez tekrar ettim. Nihayet beni sakin bir şekilde dinlemeyi kabul ettiğinde de bütün hikayemi anlatabildim.
Beş kişilerdi. Kıyafet dolabındaki kadın yani Nazanin, Aurora, Celeste, Gideon ve Silvain. Hepsiyle tanıştım. Bleak Room'da tutsak olan çocuğun, Liora’nın hikayesini kimse bilmiyordu. “Onu pembe elbisesinden ve parlak yeşil gözlerinden tanıyabilirsin. Bir de sargılardan… Gözleri ve ağzı dışında yüzü tamamen sargı bezleriyle kaplı. Nerden geldiğini, kim olduğunu, ne yaşadığını bilmiyoruz. Konuşmuyor. Bir keresinde kir tutmuş cama parmaklarıyla Liora yazmıştı. O yüzden adının Liora olduğunu düşünüyoruz.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...