“In another moment down went Alice after it, never once considering how in the world she was to get out again. The rabbit hole went straight on like a tunnel for some way, and then dipped suddenly down, so suddenly that Alice had not a moment to think about stopping herself before she found herself falling down a very deep well.”
FLASHFORWARD
“Isviçre'de ne oldu Nare?”
Terapistimin yüzüne baktım. Bir cevap alana dek sormaktan vazgeçmeyecekti. Yaklaşık beş dakikadır susuyordum. Odayı inceledim. Aklıma gelen ilk şarkıyı mırıldandım içimden. Ama ne kadar kaçmaya çalışsam da bu sorunun cevabına dönmem gerektiğini biliyordum. Düşünmem gerekiyordu. Yüzleşmem gerekiyordu. Hakkında konuşmam gerekiyordu.
“Mezarda olanlar mı?” diye sordu bu kez.
“Hayır. Yani evet, tabii o da var. O mezarda yaşadıklarımız… bizi değiştirdi. Ama... sonraki gün…her şey… her şey o günün ardından tepe taklak oldu. Vincent ile ilk defa karşı karşıya geldiğim gün. O parti…Zaten o partiden sonra biz…biz Amerika'ya döndük. Sonra…”
“Sonra…?”
“Sonra her şey mahvoldu. Benim yüzümden. Ben…bir hata yaptım. Çok büyük bir hata yaptım. Asla yapmamam gereken bir şey yaptım.”
***
Bir…Iki…Üç…Dört…Beş…Altı…Yedi…Sekiz…Dokuz…On…
Seçimler…
Bizim yaptığımız secimler, bizim yerimize yapılan seçimler, bizim yerimize yapılmasına izin verdiğimiz seçimler… Hayat seçimlerden ibaret. Bundan kaçmanın bir yolu yok. Çünkü seçim yapmamak da aslında bir seçimdir. Biliyorsunuz, kaçmak konusunda neredeyse uzman sayılırım. Kulağa özgürlük gibi gelmiyor mu sizce de? Tamam, korkaklık da diyebilirsiniz. Bir seçim yapmamak için, sorumluluk almamak için, pişman olmamak için, dağılmamak için uzaklaşmak korkaklık. Kaçmak korkaklık. Kaçmak…Her şeyden…sevdiklerimden kaçmak, sevilmekten kaçmak, kendimden kaçmak, bir seçim yapmaktan kaçmak… Ama düşününce kaçmak da bir seçim değil midir? Ben seçme hakkımı hep kaçmaktan yana kullandım. Sorunlarımın üstüne gitmek yerine onlara sırtımı dönmeyi seçtim.
Annem öldüğünde acısıyla yüzleşmedim. O acıyı kimseyle paylaşmadım. Gediz ile piyanonun başına oturduğumda serbest bıraktığım gözyaşlarım ve müzik yüzleştirdi beni içimdeki boşlukla. Gediz ile tanışana kadar bildiğim tek şey kaçmaktı. Ona direnmek kendime direnmekti. Beni kendimle, hayatımla yüzleşmeye zorlamıştı. Annem kaybettikten sonraki yazı hatırlıyorum da, hiçbir şey olmamış gibi yüzümde bir gülümseme ile Sancar'a evet demiştim. Deniz kabuklarından söz yüzüğü yaptığımız gün, annemin yokluğunu ne ile bastırmaya çalıştım ben? Babamın elimi tutmasını bekledim. Karşısına çıkıp neden diye sormak yerine bir gün bir kızı olduğunu fark etmesini bekledim. Sancar'ın beni anlamasını bekledim. Hiçbir şey yapmadan beklemek de kaçmak değil midir?
Beklemek yerine mücadele etseydim bugün bu arabanın içinde olur muydum? Dün bana ellerimle sevgilimin mezarını kaldıran adamla yüzleşmeye gidiyordum. Peki bu kimin seçimiydi? Benim mi? Bizi Vincent'a götürecek olan arabaya kendi rızamızla bindik. Gözlerimizi bağlamalarına izin verdik. Beyaz tavşanı takip etmeyi biz seçmiştik. Yol ayrımın geldiğimizde tekrar düşünmeliydik belki de. Sol tarafta March Hare yaşıyordu. Sağ tarafta ise Mad Hatter. Sağ taraftan gitmeyi biz seçmiştik.
“Geldik.”
Araba durdu. Yol boyunca Gediz'in eli elimdeydi. Karanlığın içinde beni sakin tutan tek şey onun yanında olduğunu bilmekti. Gözlerimizi açtıklarında ormanda olduğumuzu fark ettim. Önümüzde kocaman, ihtişamlı bir demir kapı duruyordu. Yavaşça açıldı. Derin bir nefes doldurdum ciğerlerime sanki bu kapıdan içeri adım attığımızda bir daha nefes alamayacakmışız gibi. Bizi buraya getiren adamlar yanımızda yürüyorlardı. Birkaç dakikalık yürüyüş sonrası devasa bir malikaneye çıktı yolumuz. Içeri girmemizin yasak olduğunu söylediler elbette. Dışarısı insan kaynıyordu. Herkes çok şıktı. Özenle hazırlanmış masalar, kokteyller, müzisyenler… Açık alanda düzenlenmiş üst düzey bir parti gibi duruyordu her şey. Kendilerine ayrılan masaların çevresinde sohbet eden orta yaş üzeri saygın iş adamları, gecenin ilerleyen saatlerinde muhtemelen önünde durduğumuz bu göz kamaştıran malikanenin işkence odalarında bekletilen kadınların katilleri olacaktı. Dışardan bakıldığında burası gerçekten bir harikalar diyarıydı. Ama bazen gerçeği görebilmek için daha yakından bakmak gerekir. Yakından bakınca her şeyin bir ilüzyon olduğu anlaşılıyordu. Siyah takım elbiselerin içinde, siyaset konuşan bu adamların hepsi katildi. Peki yargı, adalet, hukuk nerdeydi? Neden birileri bu çılgınlığa dur demiyordu? Cevap basitti. Yargı da adalet de hukuk da bu adamların elindeydi.
“I thought women were not allowed to be here,” dedim bize ayrılan masaya davet edildiğimizde. Buradaki tek kadın bendim. Ama kimse şaşırmış görünmüyordu.
“Yes but you are an exception, sir,” dedi gözlerimizi bağlayan adam. Nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilmediğim için sustum. Eğlence anlayışı kadınlara işkence edip sonrasında onları öldürmek olan kulübünüzün düzenlediği partiye girebilen tek kadın olduğum için teşekkür mü etmeliyim? Kalsın. Ben cevap vermeyince bizi yalnız bıraktı.
“Kızlar içerde bir yerde olmalı. Gecenin sonunda hepsi ölmüş olacak. Bir şey yapmamız gerek,” diye fısıldadım Gediz'in kulağına.
“Içeri girmenin bir yolunu bulmalıyız.”
“Peki ya tuzaksa? Bu parti de oyunun bir parçasıysa? Tüm bunlar bizim için hazırlandıysa, bu insanlar gerçekten Cunicularium üyeleri değillerse? Düşünsene, bizi buraya getirmesindeki mantık ne olabilir? Içerde kilit altında tutulan kızlar olduğunu biliyoruz. Vincent bildiğimizi biliyor. Bizden beklediği ilk hamle ne? Kızları kurtarmaya çalışmak. Eğer tuzaksa…”
“Tuzak değil,” dedi birden Gediz kendinden emin bir sesle.
“Nerden biliyorsun?”
“Etrafına bak. Siyasetçiler, devlet başkanları, eğlence dünyasından ünlüler… Bu parti gerçek.”
“Peki biz şimdi bu insanların yüzünü gördük… Cunicularium için esas olan gizlilik değil miydi? Böyle bir riski niye alsınlar ki?”
“Burdan çıkamayacağız yani?”
Kaşlarımı çattım. Bizi buraya öldürmek için getirmiş olamazdı. “Hayır. Bizi öldürmek isteseydi dün öldürürdü. Aslında…burdaki insanları görmemiz neyi değiştirir ki? Çıkıp şu ülkemin başkanı Cunicularium üyesi desek kim inanır bize? Deli olduğumuzu düşünürler. Buna benzer söylentiler internette, forumlarda sürekli konuşuluyor. Komplo teorisi olarak görülüyor.”
“Burda olmak delilik zaten başlı başına.”
Cevap vermek için ağzımı açmıştım ki yanımıza bir adam yaklaştı. “Vincent Boucher sizi bekliyor,” dedi robotik bir sesle. Nedense siması tanıdıktı ama onu nerden tanıdığımı anımsayamadım.“Yalnız sizi,” diye ekledi Gediz’e baktığımı görünce. Gediz'i burda tek başına bırakma fikri hoşuma gitmese de itiraz etmenin bir işe yaramayacağını biliyordum.
“Dikkatli ol.” Saçlarıma hızlı bir öpücük kondurdu. Iki kelimeye öyle bir güven duygusu sığdırmıştı ki içimdeki bütün endişeler onun ses tonuna teslim olmuştu. Gülümsedim.
“Sen de…”
Vincent, Alice's Adventures in Wonderland kitabından fırlamış gibi görünen bir masada oturuyordu. Yalnızdı. Önündeki fincanda çay vardı. A Mad Tea Party bölümünün içine düşmüş gibi hissettim.
“Teşekkürler Birkan, gidebilirsin,” dedi yanımdaki adamına. Sonra bana döndü. Fotoğraflardan gördüğüm ve hayal meyal hatırladığım o soğuk buz mavisi gözlerine bakmak tuhaf bir histi. Nihayet karşımdaydı. Ne diyeceğimi, nerden başlayacağımı kestiremiyordum. Insanlar bu adamın adını duyunca bile kaskatı kesiliyordu. Kimse ondan bahsetmek istemiyordu. Nedenini şimdi anlıyordum. Ona bakmak gerçekten rahatsız ediciydi. Bedenimdeki tüm enerjinin çekildiğini hissediyordum. Tüylerim ürperdi.
“Sonunda burdasın. Hoşgeldin Nare.”
FLASHBACK
Sara kızını odasını gönderdikten sonra Vincent'a döndü. Gözlerinde öfke, şaşkınlık ve korku vardı. Titreyen ellerini gizlemek için kollarını göğsünde birleştirdi. Vincent'ın Nare'ye kitap okuduğunu görünce önce inanamamıştı gözlerine. Bir kabus olduğunu düşünmüştü ama gerçekti. Vincent onun evinde, şöminenin karşısında oturuyordu. Yıllar sonra onunla ilk defa yüz yüzeydi. Elindeki kitabı koltuğun üzerine bırakıp Sara'ya baktı. Alice's Adventures in Wonderland… Içindeki panik duygusunu kontrol altında tutmak zorundaydı. Sakin olmalıydı. Vincent’ın karşısında savunmasız bir duruş sergilemek büyük hata olurdu.
“Ne işin var burda?” diye sordu kısık sesle. Kimse konuşmalarını duysun istemiyordu. Vincent ona doğru yürüdü. Sara daha fazla ilerlememesi için bir elini kaldırdı. Eski dostu onun bu hareketine saygı göstererek durdu.
“Eşinle iş yapıyoruz. Bilmiyor muydun?” Yüzünde şeytani bir gülümseme oluştu. Sara bu bilgi karşısında kontrolünü kaybetmemeye özen gösterdi. Hiçbir yüz kası oynamadı. Onun eline koz vermeyecekti. Vincent nasıl biri olduğunu, neler yapabileceğini çok iyi biliyordu.
“Çık git evimden.”
“Insan eski dostunu böyle mi karşılar?”
“Ne istiyorsun?”
“Bir açıklama fena olmaz aslında.”
“Ne açıklaması?”
“Dostluğumuzu neden bitirdiğini, bana neden böyle tiksinerek baktığını-"
“Nedenini biliyorsun.”
“Hayır Sara, nedenini bilmiyorum.”
“Biliyorsun. Birbirimizi kandırmayalım.”
Vincent şaşırmış gibi yapmayı bıraktı. “Meredith'in ölümü.”
“Meredith’in ölümü."
“Onu ben öldürmedim. Arkadaşlarının yaptığı aptal bir şaka yüzünden öldü. Bizim dostluğumuz ile bunun ne ilgisi var?” Hâlâ oyun oynuyordu.
“Sana onu öldürdün demedim! Yapma. Konunun bu olmadığını sen de biliyorsun. Meredith bir kaza sonucu öldü. Ben senin verdiğin tepkiden bahsediyorum.”
“Ne tepkisi verdim? Çok kan kaybediyordu. Kanamayı durdurmak için yarasına baskı uyguladım. Hayatını kurtarmaya çalıştım."
“Doğru. Meredith kanlar içinde yerde yatıyordu. Herkes deli gibi korkmuştu. Yakın arkadaşları ağlıyordu. Sen kanamayı durdurmaya çalışıyordun. Ama yüzünde bir ifade vardı. Sen korkmamıştın. Paniklememiştin. Ağlamıyordun da. Ellerin bile titremiyordu. Onun ölümünü izledin. Gözlerini bile kırpmadın. Büyülenmiş gibiydin. Sanki dünyanın en muhteşem anına tanık oluyordun. Ellerindeki kana bakışını hatırlıyorum. Heyecanını hatırlıyorum. Gülümsemeni hatırlıyorum. Herkesin görüp benim bir türlü göremediğim o karanlık var ya, işte o gün gördüm onu ben. Senin gözlerinde gördüm. Bununla baş edemedim. Anlıyor musun?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...