Bölüm 1: "After The Fall"

483 18 11
                                    

“Nare, Nare, Nare… Kim bu Nare?”

Monark.

Kral kelebeği.

Gözlerim kapalıyken beyazlığın içinde seçebildiğim tek şeydi.
Beynime kazınmıştı sanki.

O kadar uzun süredir ordaydı ki göz kapaklarımı aralamayı başardıktan sonra bile ilk birkaç saniye gözlerimi her kırpıştırdığımda onu görmeye devam ettim.

Kırmızı bir odaydı burası. Daha önce görmediğim, bilmediğim bir yerdeydim. Patlamayı hatırlıyordum. Sarsıntıyı, Gediz’le son kez birleşen dudaklarımızı, kendimizi kapının ardındaki bilinmezliğe teslim edişimizi… Sonrası kör edici bir beyazlıktı. Simülasyonda mıydım? Burası gerçek değil miydi yani?

Merakla yataktan doğruldum. Koyu kırmızı saten yatak örtüsü bacaklarımdan kaydı sessizce. Üzerimde beyaz bir gecelik olduğunu fark ettim. Tam karşımdaki antika sandalyede benim için hazırlandığını düşündüğüm kıyafet duruyordu. Bir çeşit üniforma gibiydi. Siyahtı ve yaka kısmında SEE ORG. yazıyordu. Ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Üstümü değiştirirken odayı inceledim bir yandan. Yatağın başındaki devasa üçgen, ışık saçıyormuş gibi görünmesine sebep olan altın renginde çizgilerle çevrilmişti. Üçgenin hemen aşağısında parıldayan kelimeler oldukça dikkat çekiciydi.

Somewhere over the rainbow

Gözlerim kelimelerin altında başlayan altın yolu takip etti. Yüzlerinde maskeler olan insan figürleri ışıl ışıl parlayan bu yolda ışığın kaynağına yani devasa üçgene yürüyorlardı. Bu görüntü nedense bana kendimi rahatsız hissettirdi. Başımı çevirdim. Bu kez de bir tabloya yakalandım. Tablo beni ışık saçan üçgenden daha çok huzursuz etti. Bir oyuncak bebeğin tablosuydu.

Ayrıntıları o kadar gerçekçi duruyordu ki elimi uzatsam tablonun içinden bebeği çekip çıkarabilirdim sanki. Kasvetliydi. Koyu, keskin, sert renklerle anlatılmış bir hikâyeydi. Hikâyenin kahramanı olan oyuncak mutsuz görünüyordu. Gözleri yoktu. Gözlerinin olması gereken yerlere siyah iplerle bir sembol işlenmişti. Spiral. Parçalanmış, yıpranmış, yamalı elbisesi beyazdı. Tablodaki en donuk, en solgun, en koyu, en karanlık renkti. Gür, kıvırcık saçları yer yer yolunmuştu. Kafatasının görünen kısmındaki küçük siyah çarpılar dikiş izlerini temsil ediyor olmalıydı. Kafasına bir darbe almış ve sonrasında yarası dikilmiş gibiydi.

Onu omuzlarından sıkıca kavrayan bir çift metal emin parmakları etine saplanmıştı. Ellerin sahibi tabloda görünmüyordu. Biraz daha yaklaştım. Mutsuz oyuncak, bir ameliyat masasında yatıyordu. Sol tarafta elektroşok cihazını andıran makineyi gördüğümde tüylerim diken diken oldu.
Ama beni en çok rahatsız eden şey oyuncak bebeğin bana olan benzerliğiydi. Beyaz elbisesi uçurumdan atladığım gün giydiğim elbisenin aynısıydı. Giselle'in doğum günümde kapıma bıraktığı oyuncak bebeği anımsadım. Sol kulağımın altında bir baskı hissettim. Yüzümü buruşturup gözlerimi kapadım. Geçmesini bekledim. Baskı, çınlamaya dönüştü. Saniyeler içinde azalarak yok olduğunda gözlerimi açabildim.

Odada bana tam olarak nasıl bir yerde uyandığımı açıklamamı sağlayacak bir ipucu bulamadım. Tuhaf semboller, renkler, tablolar, sayılar dışında hiçbir şey yoktu burda. Ben de zaten bir an önce çıkmak istiyordum. Çünkü kendi yatağınızda uyanmanın verdiği bir güven duygusu vardır. Nerde olduğunuzu bilirsiniz. Eşyaları, odanın kokusunu, enerjisini tanırsınız. Size ait bir alanda tehlike çanlarını kolay kolay duymazsınız. Ben burda güvende hissetmiyordum. Burası bana ait bir alan değildi. Kokusu, enerjisi, eşyaları, her şeyi yabancıydı. Üzerime geçirdiğim kıyafet bile benim değildi. Ama odadan çıkmak ihtiyacım olan güven duygusunu bana geri getirmeye yetmedi.

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin