"Suis Le Lapin Blanc"

1.4K 66 48
                                    

“Down, down, down. Would the fall never come to an end!”


FLASHFORWARD

“Isviçre'de ne oldu Nare?”

Başımı kaldırıp terapistime baktım. Zihnim asla hatırlamak istemediğim bir geçmişe doğru yürüyordu. Durdurmak için çok geçti. Gözümün önünde belirip kaybolan yüzler, kulağımda çığlıklar, alevler… Her şey bir sis bulutuyla kaplıydı.  Doğrusunu söylemek gerekirse o sis bulutunun ardında ne olduğunu keşfetmek istemiyordum. Keşfettiğim kadarı bütün hayatımı değiştirmeye yetmişti. O yolda yürümek istemiyordum. Bazen hatırlamak seni bir cevaba götürmez. Bir harabeye götürür. Hatırlamak istediğin ne varsa o yıkık dökük harabenin içindedir. Ama içeri giremezsin. Girersen bir daha çıkamayabilirsin. Duvarlar üstüne çökebilir. O harabenin içinde buldukların ruhunda asla iyileşmeyecek izler bırakabilir. Bakmak istiyorum, görmek istiyorum, bunu kaldırabilirim dersin ama çok yanılıyorsundur. Zihnin, aradığın cevabı o harabeye nedensiz saklamadı çünkü. Seni korumaya çalışıyordu. Bazen seni senden koruyacak bir sen gerekir. Bilmek istediğini sanırsın ama bilirsen sen de bir harabeye dönüşeceksindir, haberin yoktur. Ben bilmek istedim. Görmek istedim. Karşımda oturan kadın ne gördüğümü öğrenmek istiyor. Anlatamam ki. Nasıl anlatayım? Baş parmağım stresle evlilik yüzüğümün etrafında gezindi.

“Biz… Gediz’le hep… her şey ne kadar kötüye giderse gitsin güzel olana odaklanmaya çalışırdık. Yani, o öyle yapardı. Benim için çok daha zordu bunu yapmak ama onun için denerdim. Isviçre'ye giderken başımıza ne geleceğini bilmiyorduk ama birbirimize sahiptik. En fazla ne olabilirdi ki? Düşmek sorun değildi. Yan yana olduğumuz sürece birlikte ayağa kalkmanın yolunu bulurduk biz.”

Bize tutun Nare. Gözlerini kapatsan da görebildiğin tek şey karanlık olsa da ben burdayım. Hep burda olacağım…

“Isviçre'de ne oldu?” diye tekrar sordu.

“Değiştik. Isviçre bizi sonsuza kadar değiştirdi.”

“Nasıl değiştirdi? Isviçre’den önce her şeye rağmen bir umudunuz vardı. Olaylara iyi yönünden bakıyordunuz. Birbirinize tutunuyordunuz. Peki sonra? Isviçre’den döndüğünüzde ne değişti?”

“Her şey değişti. Isviçre'den döndüğümüzde her şey çok farklıydı. Öyle şeyler oldu ki…bizim…elimizde iyi yönünden bakabileceğimiz hiçbir şey kalmadı. Isviçre’den sonra her şey daha kötü oldu. Çok kötü oldu.”

GÜNÜMÜZ

“Beyaz tavşan kim?”

Siyah yuvarlak bir masanın etrafında oturduğumu fark ettim. Karşımda oturan, bana bakan kadın bendim. Nereden geldiğini anlamadığım bir ışık aydınlatıyordu masayı. Ama yeterince kuvvetli değildi. Etrafıma bakamıyordum. Nedense bir bedenim yok gibi hissediyordum. Boşlukta, zihnimin içinde bir sesten ibarettim. Beyaz tavşan kim diyen soran kişi bendim. Bu soruyu sorarken dudaklarımı kıpırdattığımı hatırlamıyordum. Sadece sesimi duydum. Karşımdaki Nare'nin ise bir bedeni vardı. Beyaz bir elbise giymişti. Koyu kırmızı dudakları hareket etti.

“Sence kim?”

“Benim peşimde olan, bana bu oyunları oynayan kimse o. Öyle olmalı. Beyaz tavşanı takip et derken beni izle demek istiyor. Sana bıraktığım ipuçlarını takip et demek istiyor. Ama aynı zamanda…”

“Evet aynı zamanda?”

“Hatırlamamı istiyor. Geçmişi hatırlamamı istiyor. Yani beyaz tavşanı takip etmek kendi içimde bir yolculuğa çıkmak.”

“Kendini takip etmek yani.”

“Bir anlamda, evet.”

“Başka?”

“Başka?”

“Beyaz tavşan başka kim olabilir?”

“Ben… bilmiyorum.”

Bir anda kendimi Giselle’in yüzüne bakarken buldum.

“Giselle?”

“Giselle… Giselle kim?” Güldü. Sesi yankılandı. “Öyle biri yok aslında. Bu ismi bile seninle konuşurken uydurmuştu.”

“Tamam belki adı Giselle değil ama ne önemi var? Bu onun var olduğu gerçeğini değiştirmez ki. Öyle biri yok diyemezsin,” diye itiraz ettim. Konuşuyor muydum yoksa düşünüyor muydum anlamak çok zordu. O bana cevap verdiğinde konuştuğumu var sayıyordum. Başka türlü bana nasıl cevap verebilirdi ki? Beni duyması gerekiyordu. Ben konuşmasam da beni duyabiliyordu belki de.

“Emin misin? Seni var eden bu değil midir? Tanımlanmak. Tanımlanmak seni var eder. Aynı zamanda kısıtlar. Var olmanın bedeli kısıtlanmaya razı gelmektir. Bir ismin yoksa, yoksun. Ve sınırsızsın.”

“Ama bir ismi var onun. Gerçek ismi ya da değil. Ama bir ismi var. Bu onu var etmez mi?”
“Bu onu senin var ettiğin anlamına gelir.”

“Ben mi? Hayır.”

“Giselle'in kendisi için seçtiği soy ismi düşün. Blanche.”

“Beyaz demek. Ne yani, beyaz tavşan Giselle mi?”

“Giselle kim? Sen ne zaman çok korksan karşına o çıktı. Ne zaman kendi içinde çözemediğim bir şeyler olsa karşına o çıktı. Daha fazlasını kaldıramayacağını düşündüğün anlarda, hislerinin uçlarda dolaştığı zamanlarda… Başta yıkıcıydı, sana zarar vermek istediğini düşünüyordun. Seni öldürmeye çalıştığını düşünüyordun çünkü ölmek istiyordun. Sen kendini suçluyordun. Bu yüzden Giselle de seni suçluyordu. Iyileşmeye başladığında, korkularını yenmeye başladığında, kendine düşman olmaktan vazgeçtiğinde Giselle'den korkmayı bıraktın. Hatta onun sana yardım etmeye çalıştığını düşünüyorsun artık. Sen ona karşı düşüncelerini değiştirdiğinde Giselle'in sana karşı olan tavırları da değişti. Artık eskisi gibi yıkıcı değil. Sana zarar vermeye çalışmıyor. Daha sakin. Artık korkutucu değil. Sence neden?”

“Bilmiyorum.”

“Çünkü o senin bir yansıman. Giselle sensin.”

“Bu imkânsız. Onu gören sadece ben değilim. Herkes görüyor onu. Onu ben uydurmuş olamam."

“Sen uydurdun demedim.”

“Ama nasıl-"

“Içinde bastırdığın güç ne kadar kuvvetli haberin var mı senin? Susturduğun, gizlediğin, yok saydığın Nare'nin enerjisi senden bir sen yaratmış olamaz mı?”

“Böyle bir şey mümkün değil.”

“Inandığın her şey mümkün. Gerçek, yaratılan bir şey. Değişen, bölünen, eğilip bükülen bir şey. Şimdi burdasın. Beni görüyorsun. Benimle konuşuyorsun. Bu gerçek değil mi? Yoksa birazdan uyandığında gözlerinin gördükleri mi gerçek? Ikisi de gerçek olamaz mı? Ya da ikisi de hayal?”

“Gediz’i vurdu o. Ben böyle bir şey yapmazdım, neden yapayım?”

“En büyük korkularından biri neydi?”

Düşündüm. Cevabı bulduğumda taşlar yerine oturur gibi oldu. “Gediz’e zarar vermek… Onu kaybetmek, benim yüzümden incindiğini, acı çektiğini görmek.”

“Kendin söyledin.”

“Giselle gerçek değil mi yani?”

“Giselle hem gerçek hem değil.”

“Bu bir cevap değil.”

“Önemli olan cevaplar değil Nare. Önemli olan soru sormak, aramak.”

“Beyaz tavşan benim.”

“Belki.”

Gözlerimi araladım. Gediz yanımdaydı. Uyuyordu. Gün yeni yeni aydınlanıyordu. Kalbim hala çok hızlı atıyordu. Bir bedenim olduğundan emin olmak için ellerimi kaldırıp göz hizama getirdim yavaşça. Derin bir nefes aldım. Gediz uykusunda kıpırdandı. Belimde olduğunu fark ettiğim eli beni kendine çekti. Parmaklarını tenimde hissetmek beni rahatlatmıştı. Vardım. Burdaydım. Bir hayalet, boşlukta bir sesten ibaret değildim. Yüzümü ona çevirdim. Nefes alıp verişini izlemek, nefesini duymak huzur vericiydi. Bugün zor bir gün olacaktı. Beni ayakta tutacak her ayrıntıya ihtiyacım vardı. Bu yüzden sessizce izledim onu. Onunla ilgili her şeyi aklıma kazımak, tutunmak için izledim. Onu uyandırmak istemiyordum ama parmaklarım ona dokunmak için uzandığında kendimi durduramadım. Saçlarından başlayarak aşağı doğru ilerledim. Işaret parmağım kirpiklerine dokundu. Sonra burnuna yöneldi. Ona dokunmak çok değerli bir sanat eserine dokunmak gibiydi. Bir müzedeydim sanki. Karşımda gözlerimi alamadığım, her bir ayrıntısında kendimi kaybettiğim bir heykel vardı. Nedense onun kusursuz tenine dokunmak bana Pygmalion ve Galatea hikayesini hatırlattı. Galatea kesinlikle oydu. Benim Pygmalion olup olmadığım tartışılırdı ama Venüs’e onun için dua ettiğim kesindi. Onu bir hayalden fazlası yap. Gerçek olsun… Sanata ruh üfle. Nefes alsın. Gözlerini açsın. Gerçek olsun.

“Günaydın,” diye mırıldandı gözlerini açmadan hemen önce. Uyanmıştı. Yüzünde gezinen elimi tuttu ve dudaklarına götürdü. Gerçek buydu işte. Onun dudaklarının bana dokunması…

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin