"Seni Bu Aşka İnandıracağım"

1.1K 53 31
                                    

“I remember things you said. Whispers echo in my head, repeating all over again. Ashes embers still not dead until our worlds collide or fade, I'll wait for you to call my name…”

Los Angeles,  California

Kapıyı çaldım. Beklerken içimde en ufak bir şüphe yoktu, korku yoktu. Neden burda olduğumu çok iyi biliyordum. Ne istediğimi çok iyi biliyordum. Gediz'in aşkına teslim olduğum günden beri mutluluğum, içimdeki kaybetme korkusunun gölgesinde yaşam mücadelesi veriyordu. Öyle çok korkuyordum ki Gediz’i kaybetmekten, onun yokluğu ile sınanmaktan… Gözlerimi kapattım, saydım sayabildiğim kadar. Kaybolmadı korkularım. Sonunda kaybettim Gediz'i. Sınandım yokluğuyla. Ömrümden üç ay verdim karanlığa. Artık korkmuyorum. Bu kez ben geldim peşinden. Kalbimdeki aşk korkularımdan, çektiğim acıdan daha güçlü. Avcumdaki yeşil kalp, kaderimsin sen benim…

Ancak kendini seçersen yeniden doğacaksın demişti festivaldeki kadın. Ben buraya kendimi seçtiğim için geldim. Ya Nare olup kendi yolumda ilerleyecektim ya da alacakuş olup başkalarının rüzgarında savrulacaktım. Düşmeye engel olamazsın ama düştükten sonra kalkmak ya da kalkmamak senin elinde demişti. Düştüm evet, engel olamadım, üzgünüm. Ama şimdi kalkmayı seçiyorum. Tutacak mısın elimden? Ne olur tut…

Heyecanlıydım ama gergin değildim. Kalbim kırıktı ama umutluydum. Bugün korkak değildim. Bugün Gediz’in karşısına geçip ona bu aşkın uğruna savaşmaya değer diyen kadındım. Bugün geri adım atmak yoktu, vazgeçmek yoktu, tereddüt etmek yoktu. Bugün savaşacaktım.

“Nare?”

Beni karşısında görünce yaşadığı şaşkınlığın arkasında başka bir şey daha gördüm. Heyecan, küçük de olsa bir mutluluk kırıntısı… Gizlemeye çalıştı, gözlerinde yakaladım. Nasıl gizleyebilirdi ki? Hissettiği heyecanı tanıyordum. Vazgeçmemişti bizden. Dili ne söylerse söylesin kalbi hala benimdi. Canı yanıyordu ama hala bize inanıyordu. Beni ayakta tutan şey umuttu. O bize inandığı sürece bu aşkı hiçbir kuvvet bitiremezdi.
“Selam komşu,” dedim gülümseyerek. Onun da bana gülümsemesini istedim. Ama bunun o kadar kolay olmayacağını biliyordum. Yine de onu gülerken görmeye ihtiyacım vardı. Gülümsemek yerine tek kaşını kaldırıp bana baktı.

“Komşu?”

“Yan eve taşındım.”

“Ne? Nare…  neden? Neden geldin?”

“Senin için. Savaşmaya geldim. Senden vazgeçmeyeceğim Gediz. Beni sevdiğini biliyorum. Ne kadar kırgın olsan da hala seviyorsun. Yani bizim için bir umut var. Ben de o umuda tutunacağım. Madem benim aşkıma inanmıyorsun, o zaman seni bu aşka inandıracağım.”

Yüzünde en ufak bir tepki aradım umutla. Buldum da. Bir an için parladı gözleri. Neredeyse gülümseyecekti. Mutlu oldu, biliyorum. Mutlu oldu… Bu bir adım. Inanacak bana, biliyorum. Yaralarımızı birlikte saracağız. Kırıldık ama darmadağın kalmayacağız. Başka bir hayat, başka bir ihtimal umrumda değil. Benim tek ihtimalim karşımda. Ben bu yüze bir ömür bakacağım. Tekrar gülümsediğini göreceğim. Yine kimsenin bakmadığı gibi bakacak gözlerime, içimi okuyacak. Inanacak bana…

Bizi bir araya getiren, bu aşkı kalbimize düşüren her kimse, her neyse duysun sesimi. Başka bir sevda, başka bir destan istemiyorum. Benim yolum hep ona çıksın, ne olur. Biz hep Gediz ve Nare olalım. Sadece Gediz ve Nare olalım…

“Yardıma ihtiyacın var mı?” diye sordu gözlerini kaçırarak. Mesafeliydi ama hala deli gibi aşıktı. Bekleyebilirdim. Onun için sonsuza kadar bekleyebilirdim.

“Yok, hallettim ben.”

“Kahve?” Bu kez gözlerime baktı. O geceki gibi soğuk bakmıyordu. Izin verecek miydi telâfi etmeme?

“Olur.”

“Gediiiiiz, seni almaya geldiiiik!!!”

Melek koşarak yanımıza geldi. Sonra pot kırdığını fark ederek elleriyle ağzını kapattı. Bana sorarsanız bilerek yaptı. Gülümsemesini elleriyle gizlese bile kısılan gözleri onu ele veriyordu.

Gediz ağırlığını bir ayağına vererek omzunu kapıya dayadı. “Öyle mi?”

“Şey… aslında bu gizli bir operasyon. Kimseye söylememem gerekiyordu. Duymamış gibi yapar mısın?”

“Ne operasyonuymuş bu?”

Melek bana döndü sevimli bir gülümseme ile. “Bu soruya cevap verebilir miyim? Sonra Gediz duymamış gibi yapar.”

“E ver artık, söyledin her şeyi zaten.”

“Operasyon şey için… hani biz buraya geldik ya…senin için geldik… senin geri dönmen için… Benim okulum var diye ben yarın döneceğim ama siz barışınca annem seni getirecek. Sonra da bir daha hiç ayrılmayacağız. Nasıl plan?”

Gediz buruk da olsa gülümsedi Melek'in saçlarına minik bir öpücük kondururken. Göz ucuyla bana baktı cevap vermek yerine. Sessizliğini iyiye yormalıydım değil mi? En azından itiraz etmemişti.

“Şimdi duymamış gibi yapabilirsin,” dedi Melek. “Siz kahve içerken ben de senin kitaplarına bakabilir miyim?”

“Tabii ki bakabilirsin, geç.” Gediz bir adım geri çekilip kapıyı sonuna kadar açtı. Melek önce benim içeri girmemi bekledi. Sonra kitaplara koştu. Gözlerim, onu benden üç ay boyunca saklayan duvarları inceledi. New York'taki evine benziyordu. Ama burası farklıydı. Burda bize dair bir iz yoktu. Bu evin hafızasında ben yoktum. Yine de olmam gereken yerdeymişim gibi hissediyordum. Çünkü duvarlar, şehirler kimsenin memleketi olamazdı. Memleket bir toprak parçası değildi ki. Memleket bir ruhtu. Kendini başka bir kalpte tanımaktı. Ben kendimi Gediz'in kalbinde tanıdım. Hiçbirimiz bu dünyaya ait değildik ama doğru kişiyi bulursanız, bir yere ait olmak zorunda hissetmiyordunuz. Bunu da Gediz'le öğrenmiştim.

Karşılıklı oturduğumuzda dizlerimizin arasında sadece birkaç santim uzaklık olduğu halde ona dokunmak imkansız gibiydi. Uzaktı bana. Her saniye daha da uzaklaşıyordu. Engel olamıyordum. Biz hiç böyle olmamıştık. Bu kadar çaresiz kalmamıştık birbirimize karşı. Başladığımız yere dönmek bile değildi bu. Orda değildik. Daha uzaktık, daha imkansızdık. “Kimin fikriydi buraya gelmek?”

“Benim fikrimdi. Sen bana arkana döndüğün an biliyordum peşinden gelmem gerektiğini.”

Doğrudan gözlerime baktı, denedi beni. “Duyduklarına rağmen mi?”

“Ben ne duydum biliyor musun? Bana seni çok seviyorum dediğini duydum mesela.”
“O cümleden sonrasını da duydun mu? Seni affedemiyorum dedim.”

“Seninle kalmak istiyorum dedin. Tek istediğim sensin dedin. Seninle olmak istiyorum dedin. Her şeyden çok istiyorum dedin. Sana çok kırgınım ama sana hala deli gibi aşığım dedin. Ne kadar kızgın olsam da ben senden vazgeçemiyorum dedin.”

“Nare…”

“Ben seni almadan bu şehri terk etmeyeceğim Gediz. Sen de bunu duy.”


FLASHBACK
Gediz'in Bakış Açısı

Hastaneye nasıl vardığımı hatırlamıyorum. Kafamın içinde Izzy'nin telaşlı sesini duydum yol boyunca. Nare'nin bayıldığını, hastaneye kaldırıldığını söylüyordu. Bir ay… tam bir aydır uzaktım ona. Tam bir aydır kayıptı ruhum. Yalnızlığı tasvir eden tabloların önünde belli belirsiz bir silüetten ibarettim. Onu ondan habersiz severken, çektiğim acı sadece bana aitken itirazım yoktu aşka. Yaşanmamış, yaşanamayacak bir ihtimalken kalbimin sesini susturmak daha kolaydı. Peki ya şimdi? Ben o aşkı yaşadım. Dokundum o aşka. Gözlerinin içine baktım. Nasıl unutabilirdim? Başta her şey imkansızdı. O yasaktı. Başka bir hikâyenin kahramanıydı. Karşısına geçip bildiğin her şeyi geride bırak, benimle gel, kendi hikâyemizi kendimiz yazalım diyemezdim. Bu delilik olurdu. Onun hikayesi çoktan yazılmıştı. Hangi yolda yürüyeceği, neye inanacağı, kim olacağı en başından belliydi. Hikayesinin sonunu biliyordu. Benimle gelirse kendisini kendi kelimeleriyle yeni baştan yazması gerekecekti. Sonunu bilmediği bir hikaye olacaktı bu. Kim olduğunu, neye inanması gerektiğini yolda keşfedecekti. Onu Sancar’ın Nare'si olarak var edenlere baş kaldıracaktı. Gözleri gözlerimi bulursa, merak ederse başka bir dünyayı, başka bir hikayeyi cennetten kovulacaktı. Benim sesimi takip ederse düşecekti. Düşerse uyanacaktı. Uyandığı için cezalandırılacaktı. Kendi hikayesini kendisi yazmak istediği için ayıplanacaktı. Karmaşanın içinde sadece ikimiz, sahte bir cennete karşı savaşacaktık. Benimle gelir miydi? Bu soruyu sormayı hayal bile edemezken elimi tutmuştu. Benimle düşmüştü. Belki de gerçek olan bizim hikâyemizdi. Öfkeli bir tanrının gazabına uğramıştık. Cezamız birbirimizi unutmak, başka hikayelere hapsolmaktı. Ama aşk; tanrının öfkesini yenip, bizden çalınan anılarımızı geri vermişti. Bu savaş sahte cennetin tanrısına karşıydı. Kazanma şansımız var mıydı? Ben inanmıştım. O da inanmıştı. Gözlerimin içine bakarak seni seviyorum dediği anı nasıl unutabilirdim? Nasıl bu kadar birbirimizden uzağa düşebilmiştik? Önce unutmaktı cezamız, şimdi ise unutamamak…
En kötüsü, en acısı buydu. O da beni seviyordu ve ben ona dokunamıyordum. Etrafım anılarımızla çevriliydi. Neredeyse başarmıştık oysaki. Aşk avuçlarımızdaydı, nasıl kaybettik, nasıl uzaklaştık bu kadar yakınken?

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin