Part I: "Sadece Nare ve Gediz Olalım..."

3.7K 124 145
                                    

- And were you happier then? Cranly asked softly. Happier than you are now, for instance?
-Often happy, Stephen said, and often unhappy. I was someone else then.
-How someone else? What do you mean by that statement?
-I mean, said Stephen, that I was not myself as I am now, as I had to become.”

Gözlerimi aralamadan önce kokusunu duydum ve yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı. Gözlerimi açtığımda onun yüzünü göreceğimi bilmenin verdiği mutluluğu hissettim. Uzun zamandan sonra ilk defa mutlu, huzurlu uyanmıştım. Içimdeki öfkeli dalgalar durulmuş, deliksiz bir uyku çekmeme müsade etmişti. Ya da o dalgalara ben dur demiştim. Ben mani olmuştum mutluluğumun önüne geçmesine. Kontrolü elime almıştım. Kendime bir şans vermiştim. Her şey o kadar güzeldi ki… Ya kötü bir şey olursa korkusu içimde bir yerlerde pusuda bekliyordu, biliyordum ama o korkunun üzerinde durmak yerine gözlerimi açıp Gediz'e baktım. Sanki hissetmiş gibi, o da gözlerini açtı gülümseyerek. Onun gözlerine baktığımda karanlığa dair ne varsa heybetini yitirdi. Onunlayken gölgelerden uzaktaydım. Felâket senaryolarının sesi cılızdı, onun aydınlığının karşısında güçsüzdü. Benim kendime olan inancımın karşısında güçsüzdü. Gediz ve ben, yanyanayken gökyüzünün rengi değişiyordu. Yıllar önce aynaya baktığında kendine gülümseyen ve tüm kalbiyle her şeyin çok güzel olacağına inanan o küçük kızın hala benimle olduğunu hissediyordum. Ne zaman ışığımı kaybettim, ne zaman yağmurun ardından gelen gökkuşağının renklerine yabancı oldum hatırlayamıyordum. Ne zaman inandım kırık dökük bir hikaye olduğuma? Ne zaman inandım parçalandığıma? Ben paramparça değildim ki. Başından beri kendime kırık bir aynadan bakıyordum. Beni incitmek isteyenler, canımı yakanlar benliğimden parçalar koparmış ve beni benden uzağa düşürmüş gibi davranıyordum. Ben hep dağılan parçalarımı yeniden yapıştırma derdindeydim. Ve kırılan parçaları yapıştırmak demek, nereden kırıldığını sana asla unutturmayacak izlerle yaşamayı kabul etmek demekti. Ben hiçbir zaman parçalara ayrılmamıştım halbuki. Düşmüştüm, incinmiştim ama kırılıp dağılmamıştım. Kötü şeyler yaşamış olmak sizi yaralı, zayıf, kırılgan ya da eksik biri yapmaz. Ben kırılgan değildim, eksik değildim, yaralı değildim, zayıf değildim. Ama insanlar, bir kere düştügünüzde bir daha yürümeye cesaret edemezsiniz sanıyorlar. Başınıza kötü bir şey geldiğinde sizi camdan bir kuleye hapsetmek istiyorlar. Korumak için belki…Böyle yaparak istemeden de olsa karanlığı yücelttiklerinin farkında değiller. Yardım etmek istiyorlar ama size sizden başka kimse yardım edemez. Onlar, camdan kulenin dışında sizi izliyorlar. Rüzgar bile değse dağılıp yok olursunuz diye korkuyorlar. Yeniden düşmenizden endişe duydukları için, tek bir adım dahi atmanızı istemiyorlar. Ama adım atmazsanız yürümeyi unutursunuz. O camdan kulede sonsuza kadar kalamazsınız. Düşme ihtimalini göze alarak yolunuza devam etmek zorundasınızdır. Yürümek zorundasınızdır. Artık anlıyordum. Ben o camdan kuleye kendimi hapsettiğimi çok geç farketmiştim. Rüzgar tenime değerse, dağılıp yok olmayacağımı çok sonra anlamıştım. Gediz'in de söylediği gibi, ben başına çok kötü şeyler gelmiş çok güçlü bir kadındım. Hepsi buydu.

Hey, dünya! Duy sesimi! Kırılmış bir oyuncak değilim ben! Burdayım işte! Sapasağlam ve ayakta! Ağladım ama yeniden güleceğim! Çığlıklarımın yerini kahkahalarım alacak! Vazgeçtiğimi sanmıştım, yanılmışım! Her zamankinden daha çok inanıyorum mutluluğa! Rüzgardan, yağmurdan, ıslanmaktan korkmuyorum! Gökkuşağını görebiliyorum! Hatırlıyorum kim olduğumu! Parmaklarımın doğru notaları bulacağından eminim! Müziği hissedebiliyorum! Kalbim kazanacak, biliyorum! Kendime, ona, bize inanıyorum!

Birbirimize günaydın derken ilk defa gerçekten günün, aydın olduğunu hissettim. Ona bakarken dün gece hızla gözümün önünden geçti. Onu öpmeye cesaret edişim, onun karşılık verişi… Birbirimizin tenine dokunmak için kıyafetlerimizden sabırsızca kurtulmaya çalıştığımız anlara yeniden döndüm bir anda. Duvarda iç içe geçen parmaklarımız,  beni kucağına alışı, bacaklarımı beline dolarken boynumda gezinen dudakları, sertçe yatağa düşüşümüz, gecenin sessizliğinde yankılanan nefesimiz, ona yakın olmak, ona çok yakın olmak…Her dokunuşta yeniden var olmak…Bedenlerimizin arasındaki o inanılmaz uyum… Zihnim geçmişe bir kere bile uğramadı. O anda kaldı, onunla kaldı. Ondan başka hiçbir şeyi düşünemedim. Korkularım, endişelerim onun dudaklarında silinip gitti. Dün gecenin her bir saniyesi aklıma kazınmıştı sanki. Yutkundum. Böyle hissedebiliyorsam bu savaşı kazanabilirdim belki de. Her şeye rağmen sevebiliyorsam, mutlu olmak için bir sebep bulabiliyorsam bir umut vardı öyle değil mi? Umut hep vardı. Bana gülümseyen yüzüne bakarken deli gibi çarpan kalbim kazanmalıydı. Kalbim tek bir şey istiyordu. Kalbim, sadece Nare ve Gediz olalım istiyordu. Sadece Nare ve Gediz olalım…

“Çok mutluyum, kesin çok kötü bir şey olacak,” diye mırıldandım hafifçe doğrulurken. Yarı ciddi bir şekilde kurmuştum bu cümleyi. Ilk defa o kadar da çok inanmıyordum kötü bir şey olacağına.  Çıplak sırtımı yatağın baş kısmına yaslarken örtüyü çekiştirdim. Benimle birlikte o da doğruldu bedenlerimiz arasında görünmez bir bağlantı varmışcasına ve bana yaklaştı. Bir dirseğiyle yastıktan güç alıyordu.

“Ne gibi kötü şeyler?” Yüzünde hınzır bir ifade vardı. Ses tonunun üzerimdeki etkisini görmezden gelmeye çalışarak cevap verdim.

“Kötü şeyler işte.”

Başımıza gelebilecek kötü şeyler şu an umrumda değildi. Sesimde endişe yoktu. O da bunun gayet farkındaydı. Bana biraz daha yaklaştı.

“Benim aklıma da kötü şeyler geliyor.”

“Nasıl kötü şeyler?” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken sordum. Bakışları dudaklarıma kaydığında nefesimi tuttum. Dün geceden sonra aramızdaki bu yoğun enerji daha kontrollü bir hal alır diye düşünmüştüm ama aksine şimdi her zamankinden çok daha güçlüydü. Ruhlarımız aynı notada buluşmuştu bir kere. Burdan geri dönüş yoktu. Birlikte bir mum yakmıştık. Hiçbir rüzgarın söndürmeye gücünün yetmediği bir ateşi var etmiştik. Karanlığa meydan okuyordu. Yolumuzu aydınlatıyordu. Şimdi biliyordum. Biz hiç kaybolmamıştık. Olmamız gereken yerdeydik. Tam burda…

“Çok kötü şeyler,” diye fısıldadı. Kendimi ona çekilirken buldum. Dudaklarımız birbirine değmek üzereyken telefonumun sesini duydum. Muhtemelen kızlar arıyordu. Dün gece onlara bir açıklama yapmadan çıkmıştım evden, merak etmiş olmamalılardı. Yarı panik yarı heyecan halinde geri çekildim. “Telefon.”

“Telefon.” Tekrar etti gözlerini benden ayırmadan. Yüzünde çok eğleniyormuş gibi bir ifade vardı. Bir saniyeliğine gözlerimi ondan alamadım. Çalan telefonu kendime hatırlatmam gerekti.

“Ay…ama benim kıyafetlerim…” Etrafıma umutsuzca bakınırken Gediz kendi sweatshirtlerinden birini uzattı. “Bu olur mu?”

“Olur, teşekkür ederim,” diye mırıldandım utangaç bir tavırla.

Telaşla sweatshirtü üzerime geçirdim ve yataktan çıktım. Dengemi yeniden bulmadan önce yalpaladım. “O zaman ben… telefona bakayım.” Sus ve çık şu odadan artık!

“Öyle yap.”

“Öyle yapayım.”

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin