"And All Is Always Now"

425 28 5
                                    

“Words move, music moves
Only in time; but that which is only
living
Can only die. Words, after speech,
reach
Into the silence. Only by the form, the
pattern,
Can words or music reach
The stillness, as a Chinese jar still
Moves perpetually in its stillness.
Not the stillness of the violin, while the
note lasts,
Not that only, but the co- existence,
Or say that the end precedes the
beginning,
And the end and the beginning were
always there
Before the beginning and after the end.
And all is always now. Words strain,
Crack and sometimes break, under the
burden,
Under the tension, slip, slide, perish,
Decay with imprecision, will not stay in
place,
Will not stay still. Shrieking voices
Scolding , mocking, or merely
chattering,
Always assail them. The Word in the
desert
Is most attacked by voices of
temptation,
The crying shadow in the funeral
dance,
The loud lament of the disconsolate
chimera.”


2 HAFTA SONRA

“Bitti yani?” diye sordu Nare titreyen sesiyle ama içten içe biliyordu bunun bir soru olmadığını. Sesli söylemeye korktuğu bir gerçekti. Ne duyacağını biliyordu. Duymamayı tercih ederdi. Susmayı tercih ederdi. Susardı da… O susardı da Gediz susmaktan çok yorulmuştu. Zaten tek kelime etmese bile gözleri, Nare'nin duymaktan korktuğu her şeyi söylüyordu.

“Bitti.”

Gediz ona bakmadı. Elleri ceplerindeydi. Soğuğu birlikte karşılamayacaklardı bu kez. Üşümüş yanaklarında nefesi, parmakları dolaşmayacaktı. Sarılmayacaklardı. Birbirlerine söyleyecekleri her şeyi şimdi söyleyip ayrılacaklardı ordan. Yalnız.

Başka bir zaman, başka bir buluşma olmayacaktı. Sadece şimdi vardı ellerinde. Ve şimdi veda için vardı. Son sözler söylendikten sonra geride kalacaktı.

Sokak lambasının loş ışığı altında Gediz'in gözlerinde pişmanlık aradı Nare. Sonsuza kadar şimdide kalabilmek için bir sebep aradı.

“Til death do us part demiştik, bizi gerçekten ölüm ayırdı ha? Ikimiz de hayattayız ama bizi ölüm ayırdı,” dedi dolu gözlerle gülümserken. Gediz hala ona bakmıyordu.

“Çok üzgünüm.”

“Üzgün değilsin, benden nefret ediyorsun. Bu yüzden bitti.”

“Senden nefret etmiyorum.”

“Ediyorsun.”

“Etmiyorum ama kalırsam…”

“Kalırsan?”

“Kalırsam etmekten korkuyorum. Bu yüzden bitti.”

Sessizlik.

“Benden nefret etmek istemediğin için bizi bitiriyorsun yani… Anladım… Yüzüme bile bakamıyorsun. Muğla’dan döndüğümüzden beri bakamıyorsun. Bütün o kavgalar, aramızdaki bu… bu gerginlik, bu soğukluk… Meğer sen sadece ablanın değil, bizim yasımızı da tutuyormuşsun…

Hepsi benim suçum değil mi? Müge benim yüzümden öldü. Böyle düşünüyorsun.”

“…”

“Bak, senin yüzünden değil diyemiyorsun … Eskiden olsa derdin. Ben her şey için kendimi suçlardım ama sen her seferinde beni aklamanın bir yolunu bulurdun. Bütün dünyayı suçlardın ama beni suçlamazdın. Yapamıyorsun şimdi değil mi?”
“Keşke yapabilseydim… Keşke seni suçlamamanın bir yolunu bulabilseydim… Keşke başarabilseydim ama haklısın, yapamıyorum.”

Sessizlik.

“Buraya kadarmış…”

“Buraya kadarmış…”

Şimdi sona ermişti.


NOW

Nare sorgu odasında hareketsiz bir şekilde oturuyor. Karşısında ona sorular soran dedektifi duyuyor gibi görünmüyor. Bakışlarını kucağındaki kanlı ellerinden ayıramıyor. Etrafa bakmak istemiyor çünkü kafasını kaldırırsa camda yansımasını görmek zorunda kalacak. Eğer bakarsa baştan aşağı kan içinde olduğu gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalacak. Ama dedektif ısrarcı. Nare kafasını kaldırıp ona bakmak zorunda. Kulağındaki çınlama hala devam ederken düşünmek neredeyse imkansız. Zaten düşünmek ya da soru cevaplamak istemiyor. Oradan çıkıp gitmek istiyor ama gidemez. Sorgu odasının duvarları üstüne üstüne geliyor sanki. Dudaklarında hala kanın metalik tadını hissedebiliyor. Kusmak istiyor ama sakin kalmak zorunda. Her şeyi anlatmak istiyor ama hikayesini doğru seçmek zorunda. Her şeyi anlatamaz. Ona sorular soran dedektifin kimin tarafında olduğunu bile bilmiyor. Dikkatli olması gerek. Çok dikkatli olması gerek. Sıcak bir duş, biraz uyku ve Gediz. Ihtiyacı olan şey bu. Ordan çıkması gerekiyor.

“Did you do it?” diye soruyor dedektif bir kez daha. “Did you kill them?”

Nare ilk defa gözlerini kana bulanmış ellerinden ayırıp dedektife bakıyor. Bir cevap vermesi gerektiğinin bilincinde ama içinden sadece delice gülmek geliyor. Kontrolsüzce gülmek… Nedenini kendisi de bilmiyor ama içindeki bu hissi durduramıyor. Gülmeye başlıyor. Delice. Kontrolsüzce. Daha çok gülüyor. Daha çok. Kahkahaları sorgu odasında yankılanırken tuhaf bir şekilde uzun zamandır bu kadar iyi hissetmediğini düşünüyor.

***

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin