“Don't cry, there’s always a way. Here in November in this house of leaves we'll pray. Please, I know it’s hard to believe to see a perfect forest through so many splintered trees. You and me and these shadows keep on changing…”
Manhattan, New York, United States
Koşuyorum. Var gücümle koşuyorum. Hava karanlık. Bir ormandayım. Sık ağaçların arasından yolumu bulmaya çalışırken dallar kollarımı çiziyor. Koşmaya devam ediyorum. Üzerimdeki ince elbise beni rüzgardan korumuyor. Üşüyorum. Ayaklarım çıplak. Koşmaktan kesilen nefesimi toparlamak için duraksıyorum. Ormanın her yanından bir ses geliyor sanki. Ne tarafa gideceğimi bilemiyorum. Tek bildiğim kaçmam gerektiği. Olabildiğince uzağa. Koş Nare…Koş…
Buz gibi ellerimle kendimi sarıyorum ısınmak için. Fayda etmiyor. Peşimde bir şey var. Ne olduğunu bilmiyorum, sadece kaçmam gerektiğini biliyorum. Koşmaya devam ediyorum. Bastığım toprak kırılmış ağaç dallarıyla kaplı. Her adımımda daha çok canım yanıyor. Ama duramam. Koşuyorum. Yaklaşıyor, hissedebiliyorum. Sanki arkamı dönsem, peşimdeki her neyse onun gözlerinin içine bakabileceğim. Ama yapamam. Yaklaşıyor…Daha hızlı koşuyorum, nefesim tükenmek üzere. Daha fazla devam edemem. Üstelik nereye gittiğimi bile bilmiyorum. Kayboldum…Kulaklarımda uğuldayan rüzgar bana ne anlatmak istiyor? Dinlemeye cesaretim var mı? Kalbimin gürültüsü rüzgârın uğultusuna karışmış…Etrafımdaki ağaçlar nefes alıyor, beni izliyor sanki. Çok fazla ses var. Koşuyorum. Tam ensemde bir nefes…
Durdum. Bitti işte…Yakaladı beni. Ne yapacağım? Dönüp ona baksam…Cesaretimi toplayıp döndüm ve onunla yüz yüze geldim. Bana bakan bu gözleri tanıyordum ama aynı zamanda bir yabancıya ait gibiydi. Gözlerimi kaçırdım, arkamı dönüp gitmek istedim. Ama tam önümde durdu. Soğuk parmakları yüzümü kavradı ve beni ona bakmaya zorladı. “Bak bana…” diye fısıldadı.
Çok derinlerden gelen bir sesti bu. Kelimelerinin yaydığı enerjiyi ruhumda hissettim. Korkuyordum ama o sesi dinledim ve ona baktım. Bu yüz…benim yüzümdü. Farklı görünüyordu ama bu bendim. Rüzgar saçlarını dağıtırken gözlerini bile kırpmadan bana bakıyordu. Elini uzattı. Uzattığı eline baktım. Tutmak için ben de ona elimi uzattım. Parmaklarımız birbirine degdiği an her şey yıkılmaya başladı. Sarsıntı o kadar güçlüydü ki dünyanın sonu gelmişti sanki. Ayağımın altındaki toprakların parçalandığı gördüm. Çöküyor…Her şey çöküyor…
Ayakta durmak çok zordu. Yeni bir sarsıntı ile dengemi kaybettim. Düşmek üzereyken beni kolumdan yakaladı. El ele tutuştuk ve birlikte koşmaya başladık. Arkamızda yıkılan bir dünya vardı. Attığımız her adımın gerisindeki topraklar ufalanıyor hiçliğe karışıyordu. Dünya kocaman bir uçurumun içine çekiliyordu. Ucu bucağı olmayan, sonsuz bir uçurum…Ayağım kaydı. O hiçliğe düşmek üzereydim. Tutunmaya çalıştım. Düşüyorum. Hayır, hayır, hayır. Birbirine kenetlenmiş ellerimiz beni bu uçurumdan kurtarabilecek kadar güçlü müydü?
Irkilerek uyandım. Kulaklıklarımdan zayıf bir müzik ses geliyordu. Always, always I’ll always want you, I'll always need you, I'll always love you and I will always miss you.
Müziği kulaklarımdan uzaklaştırdım. Kalbim hala çok hızlı atıyordu. Terlemiş alnıma dokundum. Etrafıma bakındım. Bir anlığına nerde olduğumu idrak edemedim. Sonra hafızam netleşmeye başladı. New York'taydım. Doğa'nın evinde. Burdaki ilk gecem. Ve ben yine kabus görmüştüm.
Elime geçen ilk toka ile saçlarımı tepede topladım. Saat sabah dörde geliyordu. Artık uyuyamazdım. Yemi bir kabusla baş edecek gücüm yoktu. Ruhum çekilmiş gibi hissediyordum. Yatağımdan doğruldum ve yüzümü yıkamak için banyoya yöneldim. Soğuk su bir nebze iyi geldi. Islak ellerimin tersiyle boynumu nemlendirdim. Içimde yoğun bir ağlama isteği vardı ama ağlayamıyordum. Gözümün önünden bir türlü silinip gitmeyen bir anda takılıp kalmıştı aklım. Balkonda her şeyden habersiz, öylece, huzurla uyuyan Gediz…Ona yaptığım haksızlıktı, bunu biliyordum. Basit bir mektupla geride bırakabileceğim kadar değersiz biri değildi benim için. Ama gitmek zorundaydım. Sadece iyi bir adam olduğu için benim canavarlarımla savaşmamalıydı. Onu buna mecbur edemezdim. O bana git demezdi. Git demediği için üzerlerdi onu. Benim yüzümden karşısına aldığı herkes koca bir dağ olur, bir gün üzerine yıkılırdı. Tek suçu iyi bir insan olmak olan birine kabuslarımın bedelini ödetmeyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...