"Time is no healer: the patient is no longer here"

347 27 1
                                    

“The future is a faded song, a Royal Rose
or a lavender spray
Of wistful regret for those who are not
yet here to regret,
Pressed between yellow leaves of a
book that has never been opened.
And the way up is the way down, the
way forward is the way back.
You cannot face it steadily, but this
thing is sure,
Tha time is no healer: the patient is no longer here.”


FLASHSIDEWAY

“Nare, anlıyorsun beni değil mi?” Gaye çekinerek dizlerimin üzerinde öylece duran ellerime uzanıyor. Defalarca soğuk suyla yıkadığım için kıpkırmızılar. Gaye'nin parmaklarının bileğime temas ettiğini, kızarık tenime dokunduğunu görüyorum ama o eller bana değil, bir başkasına ait sanki. Hiçbir şey hissetmiyorum.  “Hadi tekrar et, lütfen,” diye fısıldıyor titreyen sesiyle yalvarır gibi.

Ne söylememi istediğini biliyorum. Söylemek istemiyorum ama mecburum. Söylemezsem burdan hiç çıkamayacağım. Yutkunuyorum. Boğazım bir avuç kum yutmuşum gibi kuru. Su içmek istiyorum ama içimden bir ses ne kadar su içersem içeyim boğazımdaki kumları temizleyemeyeceğimi söylüyor. Her yutkunuşumda gözümün önünde kurumuş, çatlak topraklar canlanıyor.

“On sekiz yaşındayken intihara kalkıştım. Uçurumdan atladım. Ölmedim. Aylarca komada kaldım. Uyandığımda iyi değildim. Yaşamak istemiyordum. Yardıma ihtiyacım vardı. İsviçre'de bir akıl hastanesine yatırıldım. Bir süre orda tedavi gördüm. Hâlâ ordayım. Bu süreçte kendimi dış dünyadan tamamen soyutladım.” Ellerim kasılıyor. Tırnaklarımı dizlerime batırıyorum. “Kafamda bir dünya kurdum. Ona inandım. Ama hiçbiri gerçek değil,” diye devam ediyorum. Kelimeleri çabuk çabuk, ard arda sıralıyorum.

So she sat on, with closed eyes, and half believed herself in Wonderland, though she knew she had but to open them again and all would change to dull reality.

“Devam et. Hadi Nare.” Gaye ısrarcı. Vazgeçmeye niyeti yok. Ne söylememi istediğini biliyorum. Günlerdir doktorlar da Gaye de hep aynı hikayeyi anlatıyor. Artık itiraz etmiyorum. Bana anlatılan hikayeyi tekrar ediyorum.

“Vincent  kötü bir adam değil. Bana şok tedavisi uygulayan doktorum. Onu kafamdaki dünyada kötü adam yaptım çünkü canımı acıtıyor. Doğa benim en yakın arkadaşım değil, terapistim. Sadece terapistim. Karısı Isadora ile hiç tanışmadım. Birkaç kez hastaneye Doğa için geldiğinde gördüm onu. Konuşmadık bile. Sıla adında bir yakın arkadaşım o. Benim Sıla olarak bildiğim kişi burda en sevdiğim hemşire. Adını bilmiyorum. Bana iyi davranıyor. Akın düştüğüm yerden düşmedi. Ben komadayken aşırı dozdan öldü. Babam ortadan kayboldu, kimse nerde olduğunu bilmiyor. Başıma gelenleri duyduğunda sen geldin. Bunca zaman yanımdaydın. Peşimde kötü adamlar yok. Cunicularium gerçek değil. Ben kendimde değilken sen bana sürekli Alice Harikalar Diyarında’yı okuyordun. Hayatımı kimse kontrol etmiyor. Hepsini ben uydurdum. Hepsini kafamda yarattım.

Melek… M-melek hiç doğmadı. Be-ben anne… anne değilim.” Boğazımdaki kumlar nefes boruma doluyor yavaş yavaş. Hissediyorum. Nefes almakta güçlük çekiyorum. Daha fazla devam etmek istemiyorum. Ama etmek zorundayım. Melek'in yüzünü görebiliyorum. Kafamın içinde, orda. Benden kızımı anlatmamı isteseler anlatırım, onunla tonlarca anım var. Bu kadar şeyi nasıl uydurmuş olabilirim anlamıyorum.

The grass would be only only rustling in the wind, and the pool rippling to the waving of the reeds. The rattling teacups would change to tinkling sheep bells, and the Queen’s shrill cries to the voice of the shepherd boy. And the sneeze of the baby, the shriek of the Gryphon, and all other queer noises, would change (she knew) to the confused clamour of the busy farm yard while the lowing of the cattle in the distance would take the place of the Mock Turtle's heavy sobs.

“Peki Gediz?” Gaye gözlerimin içine bakıyor doğrudan. Dağılmak istemiyorum ama kalbimin ritminin hızlandığını hissediyorum. Kafamın içinde atıyor kalbim. Kulaklarım zonkluyor. Çenem titriyor. Ağlıyorum.

“Gediz… Gediz ile hiç tanışmadım.” Gözlerimin önünde görüyorum yüzünü. Tanıştığımız o anı görüyorum. Adımı dudaklarından duyduğumda hissettiğim heyecanı hatırlıyorum. Ona dokunurken çarpan kalbimi hatırlıyorum. Bana bakışını hatırlıyorum. Gülümsemesini...  Hepsi çok gerçek. Birlikte geçirdiğimiz her saniyeyi hatırlıyorum. Bana olan aşkını hatırlıyorum, ona olan aşkımı hatırlıyorum. Hepsi yalan diyorlar. Gerçek değil diyorlar. Benden kalbimi inkar etmemi istiyorlar. Ediyorum. “Müge'yi tanıyordum. Muhtemelen Gediz ile çekilmiş fotoğraflarını görmüştüm ama hatırlamıyorum. Gediz beni hiç görmedi. Kim olduğumu bilmiyor. Biz Gediz’le… birbirimize hiç aşık olmadık. Evlenmedik. Hiçbiri gerçek değil.” Her bir kelime canımı o kadar çok yakıyor ki. Tek istediğim şu kapıdan çıkıp gelmesi. Adımı sesinden duymaya ihtiyacım var. Ona ihtiyacım var. Lütfen gelsin. Uyandırsın beni bu kabustan.

Oh, I've had such a curious dream, said Alice and she told her sister, as well as she could remember them, all these strange adventures of hers…

Bana tüm bunları kafamda uydurduğumu ilk söylediklerinde her şeyin bir oyun olduğunu düşündüm başta. Belki de patlamadan sonra bir şey oldu, bir şekilde hayatımızı kontrol eden adamlar müdahale ettiler. Beni buraya getirdiler. Bu hikayeyi uydurdular. Belki patlama bile başından beri planın bir parçasıydı. Belki Vincent ölmemişti. Belki herkes, tanıdığım, bildiğim, sevdiğim herkes başından beri onlarla iş birliği yapıyordu. Vincent Müge ve Gaye'yi vurduğunda Gaye'nin bedeni ortadan kaybolmuştu. Belki de ölmemişti. Belki yıllar önce onu kaçırdıklarında beynini yıkamışlardı. Onu bana karşı kullanmışlardı. Şimdi burda beni deli olduğuma inandırmaya çalışmasının başka bir açıklaması olamazdı çünkü. Günlerce düşündüm bunu. Mantıklıydı.

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin