“Gediz ve Nare'nin aşkı Muğla'yı yendi desinler...”
Parmaklarımı kurumuş toprağın üzerinde gezdirdim dalgın dalgın. Kendimi tam da burda hayatta kalabilmek için savaşırken görebiliyordum. Yüzümdeki sıcaklığı hatırlıyorum. Alnımdan aşağı sızan kanın yavaşça toprağa karıştığı o anı hatırlıyorum. Hareket ettirmeye çalıştığım ellerim toprağa gömülü, tırnaklarımın arasında Muğla…Ve acı. Dayanılmaz bir acı. Yerimden kıpırdayamıyorum. Kafamın içinde deli gibi çığlık atıyorum ama benden başka kimse duymuyor. Ölmek böyle bir olmalı diye düşünüyorum. Birazdan her şey kararacak ve bu kabus sona erecek diye düşünüyorum. Nefes almaya çalışıyorum. Ağzıma toprak doluyor. Elimin üzerindeki kesiklerden sızan kanı görüyorum. Hiçbir şey net değil. Gözüme akan kan görüş alanımı bulanıklaştırıyor. Kulağımda Sancar'ın, babamın ettiği hakaretler… Kimsenin inanmadığı, sahip çıkmadığı küçük bir kızdım. Güçsüzdüm, kabul ediyorum. Bütün hayatım iki gecede tepe taklak olmuştu ve benim içimi dökebileceğim,, sığınabileceğim kimsem yoktu. Annem hayatta olsaydı bana inanırdı ama o da gitmişti. Gaye bana inanırdı ama nerde olduğunu bilmiyordum. Yabancısı olduğum topraklarda kendime nefes alacak bir yer bulamamıştım. Tamam, nefes almama izin vermiyorsun bari son nefesimi burda vereyim dediğimde bile reddetmişti beni bu topraklar. Kimsenin istemediği bir çocuktum ben, sebebini bile bilmiyordum. Nerde yanlış yaptım, bilmiyordum. Hatam neydi, bilmiyordum.
Gittiğim her kapıdan döndüm. Ağaçlar gölgesini, güneş ışığını, sevdiklerim sevgisini esirgedi benden. Yıllarca ölmek istemek ve hayatta kalmaya çalışmak arasında gidip geldim. Neyin cezasıydı bu, asla bilemedim. O uçurumun dibindeki kızın romantize edilecek, türkü yakılacak hiçbir tarafı yoktu. On sekiz yaşında küçük bir kız ölmek istemişti. Uçurumdan atlamıştı. Kanı toprağa yayılmış, kemikleri kırılmıştı. Işte gerçek buydu. Gencecik bir kızı yaşamaktan vazgeçmek isteyecek duruma getirmenin nesi destansıydı ki? Ölmek istemenin nesi destansıydı? Kimse neden ölmek istediğimi konuşmuyordu. Sevda için diyorlardı. Kader diyorlardı. Ben kanadım diye Sancar, efe mi oldu? Yiğit mi oldu? Sefirin kızı Nare’yi aşk değil; sevgisizlik, yalnızlık, anlaşılamamak öldürdü.
O gün, o uçurumun dibinde öleceğime gerçekten inanmıştım. Bilincimi yitirdiğimde bu dünyanın sonunda beni özgür bıraktığını sanmıştım. Oysa kabus yeni başlıyordu. Hastanede gözümü açtığımda gördüğüm ilk yüz Akın'ın yüzüydü. Bunun bir tür cehennem olduğunu düşündüm önce. Belki ölüm en kötü anılarımızın içinde sonsuza kadar hapsolmak demekti? Ama yaşıyordum. Atlarsam biter, uyanırım sanmıştım. Uyanamadım. Toprağı avuçladım öfkeyle. Defol git memleketimden! Memleketim memleketin olsun, burda kal.“Hayır,” diye fısıldadım kendi kendime. Kendimi diri diri bu mezara gömemezdim. Melek'in başka bir hayatı olacaktı. Bu kabustan uzakta, yepyeni bir hayat. Onu buraya mahkum edemezdim. Hem Gediz… ondan nasıl vazgeçerdim? Yok, bu oyunu kendi kurallarımla oynayacaktım. Başkalarının benim hayatımı yönlendirdiği zamanlar sona ermişti. Sancar savaş istiyorsa savaşırdım ama bu topraklar bir daha benim kanımla beslenmeyecekti. Yumruğumu sıktım. Avcumdaki toprak parmaklarımın arasından dışarıya süzüldü. Gediz'in yanı başımda durduğunu çok sonra fark ettim. Durgundu.
“Buraya geleceğini tahmin ettim,” dedi sessizce. Gözleri yumruk yaptığım elime gitti. Ayaklarının önündeki iri taşı topuğu ile itti bakışlarını benden uzağa çevirirken. “Sancar'ın sana ne teklif ettiğini biliyorum. Ne yapmayı düşünüyorsun?”
Teklifi kabul edeceğimi mi düşünüyordu? O yüzden mi bu kadar umutsuz, mahzundu bakışları? Durgunluğunun nedeni bu muydu? Ya da belki de burda olduğu, benim peşimi bir türlü bırakmayan geçmişimle sürekli mücadele etmek zorunda kaldığı için huzursuzdu. Bu lanet ikimizin de sabrını sınıyordu. Oysa böyle olmaması gerekiyordu. Gediz her Allah'ın günü Sancar'la karşı karşıya gelmemeliydi. Bitmiş, çok eskide kalmış bir çocukluk hikayesinin bugünümü gölgelemeye hakkı yoktu. Dönüp dolaşıp yine bu uçurumun dibinde hatalarıma bakarken bulmamalıydım kendimi. Çektiğim acıları kendime hatırlatmak, silinip gitmesine izin vermemek de tutsaklıktı. Ben bunu hep yapıyordum. Gediz'i rahatsız eden de bu muydu? “Ne mi yapacağım? Gidip kızımı alacağım sonra da burdan defolup gideceğiz.” Ayağa kalktım avcumdaki toprağı bırakmadan. Pantolonuma bulaşan toprağı silkeledim. Benim bu tutsaklığa bir son vermem lazımdı. Belki bir anda değil, bir günde değil ama kurtulmak için yürümeye devam etmeliydim. Durup arkama baktığım her an zarardı bana. Geleceğimin en güzel parçası karşımda beni izliyordu. Ona daa kendime de kocaman bir gülümseme borçluydum. Bu kendime verdiğim kaçıncı söz, unuttum. Ama denemekten vazgeçmeyeceğimi biliyordum. Doğa, bu halimin normal olduğunu söylüyordu. On yıl boyunca tek bildiğim şey acıydı. Hayatta kalmak için ona tutunmuştum hep. Canımı yakarak hatırlatmıştım kendime hayatta olduğumu. Artık yaşadığımı hissetmek için acılara tutunmama gerek yoktu. Kendi içimdeki güce, sevgiye, aşka, umuda tutunmalıydım. Ama bir anda olmuyordu işte. Bir sabah uyanıp artık kendime işkence etmeyeceğim deyince bu sözün arkasında dimdik durmak o kadar kolay olmuyordu. Sevgiye alışmak, kaybetme korkusuna rağmen tutunmak zordu. Sadece ben, Melek ve Gediz olsak, başka hiçbir şeyin önemi olmasa, dünya bizi bize bıraksa… Ben bana böyle aşkla bakan bir adamı bu lanete kurban etmek istemiyordum. Öyle bir yerdeydim ki, ondan uzağa gidemeyeceğimi biliyordum ama kalmak da savaşmak demekti. Değer. Bu aşk için savaşmaya değer. “Kızımdan da senden de vazgeçmiyorum. Ne yaparsa yapsın beni burda tutamaz.”
Gitmiyorum, Gediz. Burdayım. Seni bırakmıyorum. Kaçmıyorum. Yüzü bir parça aydınlandı söylediklerimi duyduğunda. Mutlu olmuştu ama hala düşünceli gibiydi. “Peki bir planımız var mı?”
Omuz silktim. “Efeoğlu konağına gideceğiz. Içeri girip Melek’i alacağız. Sonra da gideceğiz işte. Plan bu.”
Çok absürt bir şey söylemişim gibi baktı. “Yani sen böyle söyleyince kulağa çok kolay geliyor ama Sancar da buyur kızını al götür demeyecek herhalde.”
“Engel olsun olabiliyorsa. Geri adım atmayacağım. Benimle misin?”
Anlamlı bir gülümsemeyle çukurlaştı yanakları. “Her zaman. Patron sensin. Lead the way.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanficBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...