Üçüncü Bölüm: Tüm Bunların Sebebi Aşk Mı?

150 11 2
                                    

NARE

Rüyamda korkuyla irkilerek uyandığımı gördüm bir kabustan. Kendi odamda, kendi yatağımdayım. Hiçbir absürt detay yok. Her şey birebir aynı. Son derece gerçek. Belki de bu yüzden bu kadar korkutucu. Kabusu hatırlamıyorum ama öyle bir sıçrıyorum ki yataktan, korku damarlarımda akıyor sanki. Nefes nefeseyim, su içinde kalmışım. Saçlarım yüzüme yapışmış. Sırtımdan ter boşanıyor. Titriyorum. Bütün enerjimi o hatırlamadığım kabusa vermiş gibiyim. Dışarısı aydınlık. Sabah saatleri. Pencereden görebildiğim kadarıyla dışarda da her şey gayet normal. Yüzüme yapışan saç tellerini almak istiyorum. Elimi yüzüme götürüyorum ve fark ediyorum. Ellerime siyah, yapışkan bir şey bulaşmış. Pijamamın kollarını sıvayınca bileklerimde de görüyorum aynı siyah kalıntıyı. Islak ve soğuk bir şey. Ne olduğunu anlamıyorum. Yorganı kaldırıyorum, bütün yatak bu siyah maddeye bulanmış. Yatak örtüsü, pijamam, yorgan… her şey batmış durumda. Üstümü çıkarıyorum korkuyla. Her yerimde o siyahlık. Yataktan fırlıyorum. Yıkamam lazım. Temizlenmem lazım. Banyoya koşuyorum. Banyo da aynı yerde. Hiçbir şey değişmemiş. Suyu açıyorum, ellerimi yıkamaya başlıyorum. Boğazıma, boynuma çarpıyorum ama geçmiyor. Su birazını bile alıp götürmüyor. Hiç etkilemiyor. Aynaya bakıyorum. Burnum kanıyor. Ama kanın rengi siyah. Sonra küvetten dışarıya sarkmış bir ayak görüyorum aynadan. Küvet perdesini çekiyorum kim olduğunu anlamak için. Akın. Gözlerinin beyazı görülüyor sadece. Üstünde siyah kılcal damarlar var. Rengi bozarmış, siyaha yakın bir tona bürünmüş teni. Bileğinde şırınga. Şırınganın içinde siyah bir sıvı. Bileği tamamen bu siyah şeyle kaplı. Bileği, elleri, üstü başı… Benim üzerimdeki siyah lekelerle aynı. Onu öyle görünce korkuyorum. Geri geri gidiyorum. Nasıl oluyorsa pencereden düşüyorum. Yüksek katlı bir binada oturmadığım halde çok yüksek bir yerden düştüğümü hissediyorum. Ve düşerken bir anda uyanıyorum. Bu kez uyanığım. Odam aynı. Yatağım aynı. Her şey aynı.

Hemen ellerime baktım. Bir şey yok. Bir şey yok. Kötü bir rüyaydı sadece. Hepsi bu. Uyandığım gerçeklik daha az korkutucuymuş gibi sevinmeliyim buna. Bir elini hızla atan kalbimin üzerine koydum. Dışarda güneş doğmuş, yeni bir gün başlamıştı. 

[JENERİK]

Yine de banyoyu kontrol ettim. Bu Akın'ın ölümünden sonra gördüğüm kaçıncı kabustu saymayı unuttum. Bir süredir aklımın ucunda bile değildi. Bana yaşattığı şeyin ekosu sürse de bu eko doğrudan ona bağlı değil gibiydi. Ama ölüm haberini aldığımdan beri on sekiz yaşımdaki halime geri dönmüştüm adeta. Tek bir telefonla geçmişe gidebilmek. Zaman yolculuğu mümkünmüş meğer. Keşke olmasaydı.

İsviçre'ye dönüşte gördüğüm rüya da onunla ilgiliydi. Kendimi onun cenazesinde gördüm. Herkes yakasına ölü çiçekler takmıştı. Bir türlü çıkamıyordum ordan. Girdiğim bütün odalarda onun cenazesi vardı. Sonra cenaze birden benim doğum günüme dönüşüyordu. Ama normal bir doğum günü kutlaması gibi değildi. Herkes cenazeye gelmiş gibi simsiyah giyinmiş, yakalarında benim siyah beyaz bir fotoğrafım ve hepsi iyi ki doğdun Nare diyerek beni alkışlıyordu. Sonra Akın elinde pasta ile arkamda belirip mumları üflememi istiyordu. Mumlar siyahtı ve 18 şekli verilmişti. Pastadan kötü kokular geliyordu. Sonra pasta bir anda alev alıyordu. Öyle saçma sapan şeyler işte. 

Döndükten sonra Muğla'yı da düşündüm. Sancar'ı yıllar sonra ilk defa görüşümü. Büyümüştü elbette ama gözlerindeki nefret, öfke aynı kalmıştı. O geceki gibi bakmıştı bana. O bana öyle bakınca ben yine yıllar önce Muğla'dan kovulan o küçük kız oluvermiştim. Onca yıl verdiğim hayata tutunma savaşım, tırnaklarımla kazıya kazıya başardığım her şey bir anda silinip gitmişti. O geceden sonra çok yol katetmiştim halbuki. Sancar'ı görmek başladığım noktaya dönmek gibiydi. Ama Sancar aynı noktada değildi demek ki. Çünkü evlenmişti. Kiminle evlendiğine bakmadım bile. Öfke duydum evet ama kıskançlık gibi hissettirmedi. Akın'ın evlendiğini duyduğumda da buna benzer bir öfke hissetmiştim. Bana yaptıklarından sonra hiçbir şey olmamış gibi kendine bir aile kurabilmesi öfkelendirmişti beni. Ne yani bu kadar kolay mıydı unutmak? Birine böyle büyük bir kötülük yaptıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi nasıl hayatına devam edebilirdi bir insan? Bir hayatı yok ettikten sonra kendine yeni bir hayat nasıl kurabilirdi? Belki de babam haklıydı. Bir tek ben geride bırakamamıştım geçmişi. Dışardan bırakmış gibi görünüyordum çünkü hayat devam ederken ben de yaşamaya devam etmiştim. Ama aklımla, ruhumla, her şeyimle ben hayatımın bittiği gecede kalmıştım. Ben o lanetli odadan da, o kulübeden de hiç çıkamamıştım ki. Dünya kocaman bir kulübeye dönüşmüştü sadece. Kapısı da kilitliydi. Çıkış yoktu. Ben o kulübede kilitli kalmışken Sancar evlenmişti. Sözde sevdiğini iddia ettiği kadını yüz üstü bıraktıktan sonra, onu ölüme terk ettikten sonra kendine yeni bir hayat kurabilmişti. Ben ona güvenerek gelmiştim Muğla'ya. Kimseyi tanımıyordum ki orda. Bir tek o vardı. O da gözünü bile kırpmadan gecenin bir yarısı kapı dışarı etmişti beni. Ona söylemiştim. Kendimi öldüreceğimi söylemiştim. Umursamamıştı. Öfkesi daha güçlüydü. Aldatıldığını ona düşündüren erkeklik gururu sevdiği kadının aldığı nefesten üstündü. Bunu şimdi bu kadar kolay söyleyebiliyorum ama bu cümlelere yaklaşmak için kaç terapi odasını ucu ucuna bağladım da bir köprü gibi yürüdüm üstünde, sayamam.

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin