"Çünkü Senin Aşkına İnanmıyorum..."

1.5K 56 74
                                    

“And Ruth said, Intreat me not to leave thee, or to return from following after thee: for whither thou goest, I will go; and where thou lodgest, I will lodge: thy people shall be my people, and thy God my God.”

FLASHFORWARD

Bir mezarlık...
Kurumuş yapraklar... Yaklaşan bulutlar... Gri bir rüzgar... Sessizlik... Hüzün... Anılar... Boşluk... Ama öyle bir boşluk değil... Benim içimdeki boşluk gibi değil. Öyle nedensiz, korkutucu, seni içine çeken bir boşluk değil. Buruk bir boşluk. Nedeni belli. Yokluğun neden olduğu bir boşluk. Kaybedilen bir şey var orda. Olması gereken yerde olmayan. Olmadığı için özlenen bir şey. Birisi. Birileri...

Bir mezar taşının karşısında el ele ölüme bakıyoruz Gediz ile. Bu noktaya nasıl geldik sorusunu günlerce, aylarca konuşabiliriz ama o boşluk tam burda, bize kaybettiklerimizi hatırlatmaya devam edecek, biliyoruz. Ikimiz de susmayı tercih ettik. Gözlerimiz mezar taşında yazan ismi okumayalım diye rüzgarda uçuşan sararmış yaprakları izliyor. Sanki o ismi okursak yenilgiyi kabul etmiş olacaktık. Ölüme sen kazandın, bizden sevdiklerimizi çaldın ve onları senden geri alamayacağımızı biliyoruz demek gibi. Kabullenmesi zor bir yenilgi. Hayatımızda yeri dolmayacak boşluklar var. Nasıl görmezden gelinir ki?

Gediz elime daha sıkı tutundu. Birbirimizi ayakta tutuyorduk. Ölüm, ellerimizi ayırmak için bir köşede bekliyor herkesi beklediği gibi. Bugün değil. Şimdi değil. Bir gün bizim için de tutulacak olan yası tutuyoruz kaybettiklerimiz için. Hep kaybediyoruz. Sadece sevdiklerimizi değil; saniyeleri, düşünceleri, anı, geçmişi, bugünü, kendimizi... Hep bir şeyleri kaybediyoruz. Ama kaybetmeyi ilerlemek olarak görüyoruz bazen. Büyümek, yol almak... Hayat ellerimizin arasından kayıp gidiyor, adına yaşamak diyoruz. Başka yerlerden bakıyoruz kendimize, devam edebilmek için bir sebep arıyoruz çünkü. Devam etmek istiyoruz. Kaybedeceğimizi bile bile tutunmak istiyoruz bir şeylere, birilerine. Kaybettiğimiz insanlar nerde şimdi? Çok mu ilerlediler, biz geride mi kaldık? Daha iyi bir yerdeler belki. Ya da hiçbir yerdeler. Biz neredeyiz?

***

Burdaydı.
Gerçekten burdaydı. Bu bir rüya değildi. Hayal değildi. Gediz burdaydı.

Gözlerine inanamıyorsan kalbine inan Nare... Üç ay sonra ilk defa atışını hissettiğin kalbine inan... Üç ay sonra ilk defa...

Aldığım nefesin bir anlamı vardı şimdi. Çünkü onun nefesine değebilme ihtimaline sahipti. Bir boşluktan ibaret değildim artık. Yersiz yurtsuz değildim. Olmam gereken yerdeydim. Onun baktığı yerde...

Ama bedenime geri dönen tek şey ruhum değildi. Onu gördüğüm an zihnimi, kalbimi, hislerimi uyuşturan her neyse çekti ellerini üzerimden. Acı geri döndü. Özlem geri döndü. Daha fazla acı, daha fazla özlem, pişmanlık, utanç, daha fazla acı, daha fazla özlem, kendime duyduğum öfke, daha fazla acı... Yine de kaçıramadım gözlerimi. Nerde olduğumuzu unuttum. Her şeyi unuttum. Ikimizin nefesiyle dönüyordu zaman. Başka hiçbir şeyin önemi yoktu. O da kaçırmadı gözlerini. Kıpırdamadı da. Ne bir adım attı bana doğru ne de arkasını döndü gitme arzusuyla. Öylece durdu sadece. Ben adım atmak istedim. Sarılmak istedim. Af dilemek istedim. Bizi birbirine uzaktan bakan iki insana dönüştürdüğüm için, bu aşkın yoluna taş olduğum için, elini bıraktığım için özür dilemek istedim. Yapamadım.

Ellerimi bıraktığında zaten beni kaybetmiş olmayacak mısın?

Hayır, hayır, hayır, lütfen... Buradasın işte. Bana bakıyorsun. Bir adım atsam, elimi uzatsam dokunabilirim sana. Yüzünü çevirebilir misin benden? Seni kaybetmiş olamam. Dünyayı senin nefesine bağladım ben, seni kaybedemem. Bilmiyorsun... Senin nefesinden uzağı acı, yalnızlık... Gözlerin aynı bakıyor. Sen de aynı özlemle kavruluyorsun. Aynı acıyla yanıp tutuşuyorsun. Bizi bu ateşe ben düşürdüm. Ben sana yar diye yara oldum, sen bize derman ol...

Bu kadar kolay mı?
Bitti deyince bitiyor mu? Bu kadar mı senin aşkın?

Bitmedi, bitmeyecek de. Bitmeyecek değil mi? Ne düşündüğünü bilebilsem keşke. Ne geçiyor aklından? Ruhun ruhuma denk geldiği için pişman mı? Ellerimi uzatsam tutar mısın her şeye rağmen? Affedebilir misin beni? Yine sen haklı çıktın işte. Sensiz olmuyormuş. Bitti deyince bitmiyormuş. Bir yerlerde nefes aldığını bilmek yetmiyormuş. Karşımdasın. Aklımı kaçıracağım... Niye dokunamıyorum ki sana?

Benden kalbimi söküp alacaksın, sonra da yaşamaya devam etmemi bekleyeceksin öyle mi?

Gözlerin nemli. Sessizliğin ürkütücü. Sen susmazsın benim gibi ama şimdi susuyorsun. Telafisi yok mu kalbindeki kırgınlığın? Ne yaparsam affedersin beni? Sana beni anla diyemiyorum bu kez. Şimdi benim seni anlamam lazım. Benim seni duymam lazım. Izin verir misin? Bana bu aşkı bahşeder misin yeniden?

“Hoşgeldin Gediz.”

Izzy'nin sesini duyunca gözlerini benden ayırıp arkadaşına baktı. Gülümsemeye çalıştı. Çok başarılı olduğu söylenemezdi ama en azından denemişti. Izzy'nin yanındaki boş sandalyeye otururken masada sessiz kaldım. Gerginlik havada asılıydı, herkes de farkındaydı. Ama kimse odadaki fil hakkında konuşmak istemiyordu.
“Nasılsın?” diye sordu Izzy.

“Iyiyim... Çok iyiyim. Sen? Siz...?” Göz ucuyla bana baktı. Hala umrundaydım demek ki. Iyi olup olmadığımı merak ediyordu. Umut kırıntılarına tutundum.

Doğa Gediz’in tepkilerini inceliyordu. Imalı bir yorum yapmadan duramadı yine. “Biz de senin kadar iyiyiz işte.”

Sessizlik.

Herkes birbirine kaçamak bakışlar atıyordu. Benim gözlerim onun üzerindeydi. Farkında olduğunu biliyordum. Bana bakmamak için kendiyle savaşıyor gibiydi. Savaşı kaybedip gözleri beni her bulduğunda kendini yeniden başka bir yere bakmaya zorluyordu. Izzy sessizliği dağıtmaya çalıştı.

“Annemlere göründün mü? Ne zamandır seni soruyorlardı.”

“Evet, biraz önce konuştuk.”

Yeniden sessizlik...

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin