BONUS CHAPTER II: "A Terrible Beauty Is Born"

336 15 8
                                    

Aralık, 1988

Kırmızı neon ışıkların aydınlattığı uzun koridorun sonundaki kırmızı kapı ardına dek açıldı ve kapıyı açan eller sabırsız bir gerginlik ile kasıldı.

Siyah küt saçları, ince siyah topuklarının zeminle her temas edişinde omuzlarının üzerinde sallanırken sakinleşebilmek adına belirli aralıklarla burnundan nefes almaya çalıştı. Koridoru hakimiyeti altına alan kırmızı ışık ciğerlerini tıkıyordu sanki.

Burda sonsuza kadar geceydi, dışarda doğan güneşin buraya etkisi yoktu. Yürüdüğü yol onu daha büyük bir alana yönlendirmiş olsa da hala boğazında bir el varmış gibi hissetmeye devam etti. Attığı öfkeli adımları, kırmızının daha koyu bir tonunda tasarlanmış kadife halı ile kapıyı açtığı andan itibaren kulaklarına saldıran yüksek müzik sesinde boğulmuştu. Insanlar eğleniyordu. Herkesin yüzünde bir maske vardı. Penelope ise bu formalite ile uğraşamayacak kadar sinirliydi.

Nicholas’ın yayılarak oturduğu masanın önünde durdu ve hiç tereddüt etmeden uzanıp yüzündeki maskeyi çekip aldı. Oldukça ürkütücü bir maskeydi. Gözlerinin olması gereken yerdeki oyuklar sadece karanlığı çevreliyordu. Maske ifadesizdi ama Penelope o ifadesizlikte gizli, sinsi bir gülümseme sezmekten kendini alamıyordu. Parmaklarını oyuklardan içeri, karanlığa geçirdiğini fark edince ürpererek maskeyi bir kenara fırlattı.

“Ne demek oluyor bu?” diye sordu Fransızca hiddetine hakim olamayarak. Nicholas doğruldu. Elindeki içkiyi masanın üzerine bırakarak Penelope’nin karşısına dikildi. Öfkelenmiş gibi durmuyordu ama zaten Nicholas nadiren öfkesini gösterirdi. Onu kızdırdığınızda yüzünde rahatsız edici, Gergin bir gülümseme oluşurdu. Kemiklerinizi donduracak kadar acımasız, soğuk bir gülümseme. O gülümsemenin ilk belirtileri dudaklarının kenarında kendini göstermeye başlamıştı.

“Ne oldu, ne yapıyorsun? Kendine gel,” dedi korkutucu bir sakinlikle. Ellerini cebine sokup sırtını dikleştirdi. Yukardan bakıyordu ona, yerini hatırlatmak ister gibi.

“Project Monde.” Penelope geri adım atmayarak Nick'in soğuk, maskedeki iki oyuktan daha karanlık olan gözlerine baktı. “Resmi olarak sona ermedi mi? Içerde-"

“Sessiz ol.”

“Içerde gördüklerim ne demek oluyor?” Penelope daha kısık bir sesle devam etti. “Ne çeviriyorsunuz siz? O bebek… yoksa o bebek…”

“Soru sorma, eğlenmene bak.” Nick onun sesindeki panikten hiç etkilememişti. Masaya dönüp içkisini aldı. Ama Penelope üsteledi.

“Muğla, Türkiye?”

“Derdin ne senin?”

Nick kulağının dibinde vızıldayan bir sineği kovmaya çalışır gibi davranıyordu.

“Derdim mi ne? Içerde gördüklerimi anlamaya çalışıyorum. Bana ne olduğunu anlatacak mısın? Project Monde-"

“Project Monde geri döndü, tamam mı?”

“N-ne… nasıl…?”

“Bir sonraki evreye geçildi. Geçmişteki hatalar bu kez tekrarlanmayacak.”

“Siz aklınızı mı kaçırdınız? Bunu yapamazsınız. Olanlardan sonra hem de!” Sesinin yükselmesine engel olamadı ama zaten müziğin gürültüsünde onu başkalarının duyması imkansızdı.

“Yapamaz mıyız?” Nick kibirle güldü. “Her şeyi ama her şeyi yapabiliriz.”

“Hayır. Bir sınırı var. Bir sınırı var…”

“Bizim için artık bir sınır yok. Hem bilim de başarılı olana dek tekrar denemeyi öğütlemez mi?”

“O bebek-"

“Aramızda kalsın ama o bebek var ya, çoook büyük işler yapacak. Gelecek bizim ellerimizde. Hissedebiliyor musun? Yepyeni bir dünya doğacak.”

“Projenin amacı bu değildi. Projenin amacı travmanın insan davranışları üzerindeki-"

“Blah blah blah.” Nick gözlerini devirdi. “Artık 70’lerde değiliz. Her sey değişiyor, dönüşüyor. Tamam, geçmişte bazı hatalar yapıldı, bazı sorunlarla karşılaşıldı, kötü şeyler oldu ama o hatalar Project Monde’un bugünkü halini yarattı.” Içkisinden kocaman bir yudum aldı. Bir yandan da hafif hafif sallanarak müziğe eşlik ediyordu. “Yaniii, all changed, changed utterly. A terrible beauty is born, baby!”

“Ama-"

Nick Penelope’nin eline bir kadeh tutuşturdu. Sonra ona doğru eğilip fısıldadı. “Karşı çıkmaya kalkarsan seni ellerimle öldürürüm.” Gülümsedi. Penelope’nin korktuğu gülümseme buydu işte. Sessizce yutkunurken Nick kadehini sertçe onun kadehine vurdu.

“Santé."

19 Aralık 2025, Cuma (Günümüz)

“Killer.”

Bir araya geldiklerinde neye dönüştüklerini bilmediğim harflerden oluşan bir kelimeydi telaffuz ettiğim. Dilimin altında anlamsızlaşıp yabancılaştı bana. Dudaklarımdan döküldüğünde bütün ağırlığından, peşinden sürüklediği karanlık çağrışımlarıdan sıyrıldı. Sıradan, sıkıcı ve önemsizdi artık. Hemen hemen her kelime gibi.

“Öldürme eylemini gerçekleştiren kişi yani,” diye devam ettim. Terapistim dikkatlice beni dinliyordu. Benim gözlerim ise bilmediğim bir yerdeydi. Dalıp gitmişti. Sessizliği fark ettim düşünürken. Ellerimin altındaki pürüzsüz deri koltuğu fark ettim. Odanın her santimine ulaşmayı başarmış kokusuz kokuyu fark ettim. Kimliği, karakteri, hikayesi olmayan bir oda. Kendine has bir kokusu bile yoktu. Kişisel herhangi bir eşya, fotoğraf, isminden sahibiyle ilgili fikir yürütebileceğim bir kitap… Hiçbir şey.
“Kulağa çok basit geliyor."

Kendi sesimi duyunca irkildim bir rüyadan uyanır gibi. “Ama o kadar basit değil. Öldürme eylemini gerçekleştiren herkese katil demiyor insanlar. Mesela tanrı için, vatan için, bayrak için öldürdüm dersen kahraman oluyorsun. Sana katil demiyorlar. Sadece… bu kavramlar uğruna öldürdüğün insanların yakınları, sevdikleri katil olarak görüyor seni. Onları da kimse duymuyor zaten. Kendi hikâyende kahraman ilan ediliyorsun ama başka bir hikâyenin kötü adamı olduğunun farkında bile değilsin. Bakış açısı…”

Beat.

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin