"Çünkü Mutlu Değilim, Bu Kadar Basit Aslında"

263 15 2
                                    

Parmaklarım bana bakan gözlerinden, dudaklarına iniyor özlemle. Ona dokunamıyorum ama ölümsüz, sonsuz kadar bana bakarak gülümseyecek olan hâli parmak uçlarımda. Fırça darbeleri, deniz fenerinin soğuk duvarlarının üzerine öyle sıcacık bir anı resmetmiş ki, sanatın yapabileceklerinin sınırı yok gibi. O ve ben… Bir zamanlar… mutluyken… birbirimize hiç sona ermeyeceğinden emin olduğumuz bir tutkuyla, aşkla bakarken… Oysa dünya belirsizlikler bütünüdür. Her şey bu kadar bulanık, bu kadar merkezsizken bizim aşkımızı merkez almamız, ona inanıp tutunmamız… Bir saniye sonrasını bile tahmin edemediğin, kontrol edemediğin hayatta herhangi bir şeyden emin olmak delilikken… çok sevmek… Emin olmak kendinden ve sana bu aşkı verenden.

Fırça izlerine dokunuyorum. Üstümüz başımız boya. Duvarın önünde oturuyoruz. Henüz tamamlanmamış bir hatıra. Ölümsüzleştirilmeyi, birbirine karışmayı bekleyen renkler. Fırçayı tutan elimi destekleyen elleri. Ben beceremeyeceğimi gülerek tekrar ederken boynuma bıraktığı minik öpücüğü. Birlikte br iz bırakıyoruz deniz fenerinin duvarlarına. Bak mahvedeceğim gerçekten benim yapmamı istediğinden emin misin diye uyarıyorum onu bir bacağımı katlayıp sırtımı göğsüne yaslarken. Gülüyor ve emin olduğunu söylüyor. Dudakları saçlarımın arasından nabzımı buluyor. Fırçayı kavrayan ellerimiz boyanın her renginden çalmış biraz. Çıplak bacaklarıma da bulaştığını fark ediyorum. Kırmızı. Başımı geriye yaslıyorum omzuna doğru. Ona bakıyorum. Bana bakıyor. Gözlerimiz aynı anda birbirimizin dudaklarına kayıyor. Dudaklarına dokunan parmaklarım titriyor. O kadar gerçek ki, kahkahalarımızın, mutluluğumuzun, huzurun sesi var adeta; duyabiliyorum. Kurumuş renkleri canlandırıp geçmişten bugüne getirebilecek kadar gerçek. Dengemi kaybeder gibi oluyorum, küçük boya kutusu yana devrilip boyuyor tenimi rengine. Umursamıyoruz. Kırmızı boyaya bulanmış elimle yüzüne dokunuyorum onu öpmeyi sürdürürken. Boynuna, göğsüne kayan parmaklarım ardında izler bırakıyor. Seni seviyorum. Seni çok seviyorum.
*
Gediz ve Sancar deniz fenerinin önünde. Sabahın ilk saatleri.

“Eve gitmemişsin dün.”

Gediz evet anlamında başını sallamakla yetinir sadece.

“Burda mı kaldın? Deniz fenerinde? Hadi canım, girdin mi içe-" Sözü yarıda kesilir deniz fenerinin balkonunda Nare'yi görünce. “Bir dakika, bir dakika. Nare…mi… ne-oluyor ya?”

“Bir şey olduğu yok, gidecek zaten.” Gediz deniz fenerine, Nare'ye doğru hızlı bir bakış atıp çabucak bakışlarını kumlara çevirir. Ona bakmak kalp atışlarını hızlandırır bir an için. Belli etmemeye, umursamaz görünmeye çalışır. Onca yıl sonra hala böyle hissedebiliyor oluşuna anlam veremez.

“Ne ara geldi, nasıl geldi? Siz birlikte mi kaldınız ne-"

Sancar'ın sorularında baskılayamadığı bariz olan bir öfke hakimdir. Gediz’in herhangi bir anlam yüklemediği bir öfke.

“Gelmiş işte ama gidecek. Burda kalacak değil ya.”

Içinde bir yerlerde bir ses burda kalmasını diler, aklı susturur o sesi.

“Akın’la evlendikten sonra buraya niye gelmiş, balayı mı, ne?”

Gediz duyduğu sorudan rahatsız olduğunu belli etmek istemez ama duyar duymaz itiraz etmekten de kendini alamaz.

“Evlenmemiş o herifle.”

Sancar Gediz'in kaçırdığı gözlerinin aslında balkondan onları izleyen Nare'den kaçtığını sezer. Hareketsiz duramayışını, dikildiği yerde ayaklarının bir ileri bir geri anlamsız daireler çizişini fark eder. Gediz hayata dönmüş gibi görünür. Acısı, yorgunluğu yerindedir ama altı yıldan sonra ilk defa bir yaşam belirtisi vardır bakışlarında, sesinde, duruşunda. Bunu fark etmek Sancar'ı huzursuz eder. “Yani?” diye sorar ters ters.

“Ne yani?”

“Altı yıl sonra hem de Müge’nin ölüm yıl dönümünde buraya dönüyor, sen onunla birlikte altı yıldır adım atmadığın deniz fenerinde bir gece geçiriyorsun, tüm bunlar çok normalmiş gibi bir de bir şey olduğu yok gidecek zaten diyorsun. Evlenmediyse ne, bitmedi mi kapanmadı mı o defter ne yapacaksın döndü diye, Akın’la evlenmedi diye af mı edeceksin?”

“Ne diyorsun Allah aşkına, ben affedeceğim mi dedim, nerden çıkarıyorsun? Neyi nereye bağlıyorsun.” Derin bir nefes verir Gediz. “Dün gece uyuyamadım yine, sahile geldim. Deniz fenerinin önünde eşyaları, bavulu falan duruyordu. Onu görünce yukarı çıktım. Mecburen.”

“Ee?”

“Eesi ordaydı. Öyle işte. Bu kadar.”

“Niye gelmiş?”

Kısa bir sessizlik.

“Ölmek için.”

“Ölmek için?”

“Yetişmeseydim atıyordu kendini uçurumdan.”

“Uçurumdan?”

“Her dediğimi tekrar edecek misin?”

“Anlamıyorum da ondan. Altı yıl beklemiş beklemiş intihar etmeye buraya mı gelmiş? O blöf yapmış sen de yemişsin tabii afiyetle.”

“Blöf falan değildi.”

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin