"It's All One Great Big Movie"

429 27 33
                                    

Sidney: But this is life. This isn’t a movie.

Billy: Sure it is, Sid. It's all a movie. It's all one great big movie. Only you can’t pick your genre.


Koş. Koş. Koş.

Daha hızlı. Lütfen.

Hepsi bir kabus. Gerçek değil. Gerçek değil. Gerçek olamaz. Gerçek mi? Ayaklarım yanıyor. Sağ bacağımdan akan kanı hissediyorum. Muhtemelen biraz önce yere kapaklanmama neden olan dal parçası yüzünden. Iyi değil. Hiç iyi değil.

Düşmemeliydim. Içimden kahkaha atmak geliyor. Tüm bu olanlar bir film sahnesi gibi. Bu bir film olsaydı ne olurdu? Ormanda üstü başı kan içinde deli gibi koşan ana karakterin kurtulma şansı var mıydı? Hiç sanmıyorum. Genelde yakalanır. Tam kurtulacağına inandığı anda yakalanır. Belki ayağı takılır bir taşa, düşer. Etrafı sarılır. Kimsenin uğramadığı, tanrının bile unuttuğu bir ormanda karşısına bir araba çıkar ya da. Şanslı ise, arabanın sürücüsü peşindeki kötü adamlardan biri değildir. Gerçekten yardım etmeye çalışır. Ana karakter arabaya biner. Burası kurtulduğuna inandığı sahne. Sonra bir anda bir gürültü kopar. Sürücü ölmüştür. Ana karakterin son umudunun parçaları direksiyonun üzerinde cansız yatmaktadır. Yakalandın. Buraya kadar.

Peki benim hikayemde ne olacak? Karşıma bir araba çıkmayacağını biliyorum. Beni burdan kimse kurtaramaz. Gediz peşimden gelse bile ne yapabilir ki? En fazla birlikte ölürüz. Ölmesini istemiyorum. Yorgunum. Çok yorgunum. Uyanmak istiyorum. Tüm bunlar bir kabus olsun istiyorum. Aslında yaşadığım bu an, bana kabuslarımı hatırlatıyor. Bilmediğim bir korkudan kaçardım kabuslarımda. Yine böyle bir ormanda, yapayalnız, çaresiz ama bir yandan umutlu. Çünkü ne kadar korkutucu olursa olsun yaşadığım şeyin bir kabus olduğunu bilirdim içten içe. Uyanacağımı bilirdim. Yine öyle olsa, uyansam…

Gözlerimi kapatayım, kulağımda Gediz'in sesi olsun. Her şeyin yoluna gireceğini, yanımda olduğunu söylesin. Ben de ona inanayım. Uyanayım sonra. Uyandığımda bu ormanda olmayayım. Lütfen tüm bunlar bir kabus olsun. Daha ne kadar koşabilirim bilmiyorum. Bacaklarımda bir adım daha atacak güç yok. Kalbim sıkışıyor. Çok hızlı nefes alıp verdiğim için başım dönüyor. Saçlarımın birkaç teli birbirine yapışmış. Onları bir arada tutan şey kan. Saçlarımda kan var. Ellerimde kan var. Her yerimde kan var. Ama bunu düşünemem. Bunu şimdi düşünemem. Düşünme. Düşunme. Durmak zorundayım. Soluklanmak zorundayım ama yapamam. O zaman yakalanırım. Koşmaya devam etmeliyim. Nereye gittiğimi bile bilmiyorum ki. Ağaçların hepsi birbirine benziyor. Hava kararıyor. Hayır, hayır. Geceyi burda geçiremem. Karanlıkta hiç şansım yok. Koş. Sadece koş. Ağlamayı kes. Şimdi ağlayamazsın. Şimdi değil. Dayan. Bitecek. Dayan. Yaklaşıyor. Hissedebiliyorum. Tam arkamda. Dönüp bakamam ama biliyorum. Orda. Çok yakında. Duramam.

“Nare.”


BIRKAÇ SAAT ÖNCE

Alice's Tea Cup, New York City

“Bak.” Izzy Gediz'in kolunu dürtü.

“Efendim?” Gediz önündeki kağıtlardan başını kaldırıp arkadaşına baktı.

“Saçlarımın uçlarına bak.” Çocuksu bir heyecan ile kül sarısı saçlarını işaret etti.

“Bakıyorum.”

“Ee?”

“Ee?”

“Off Gediz. Mor işte uçları. Mora boyadım. Daha açık bir mor ama. Öncekinden farklı.”

“Bakayım.” Gediz gözlerini kıstı. “Emin misin? Pembe gibi sanki.”

“Saçmalama, pembe falan değil. Senin gözlerin bozuk. Pembe mi?”

Gediz kendini tutamayarak güldü. “Şaka yapıyorum. Mor. Çok güzel olmuş, çok yakışmış. Geldiğinde fark etmiştim ama sana sataşmak için bir şey demedim.”

“Eşi benzeri olmayan bir dostsun.”

“Teşekkür ederim.”

“Rica ederim.”

“Kim boyadı peki?”

“My wife canım.”

“Üniversitedeyken hep ben boyardım saçlarını.”

“Ay asma suratını, bir dahakine sen boyarsın tamam.”

“Pembe olmuş zaten. Ben boyasam böyle mi olurdu?”

“Bir dahakine bir tarafı sen boyarsın, bir tarafı Doğa boyar oldu mu?”

“Olmadı. Ben tek başıma çalışmayı seviyorum. Sen evlenince çok değiştin ha, haberin olsun.”

“Aa.”

“Aa tabii.”

“Şu halimize bakar mısın, resmen ikimiz de evliyiz.” Izzy ilk defa görüyormuş gibi parmağındaki yüzüğe bakıyordu. “Başımıza gelmeyeceğinden emin olduğumuz iki şey vardı, ikisini de yaşadık.” Küçük bir kahkaha attı.

“Aşık olmak ve evlenmek…”

“Aşık olmak ve evlenmek…” diye tekrar etti Izzy iç çekerek. “Ben hep evliliğin aşkı öldürdüğünü düşünüyordum biliyorsun.”

“Bilmez miyim. Kaç kişiyi evlenmekten vazgeçirdik hatırlasana.”

“Off evet ya. Öyle şeyler yaptık değil mi? Ama onlar da şimdi, kendi akımları yok muymuş? Niye bizim lafımızla hareket etmişler?”

“Tabii canım.”

“Bizim suçumuz değildi.”

“Asla.”

“Balkondan atlayın desek de atlayacaklar mıydı yani…”

“Atlayabilirlerdi, ben çok emin olamıyorum. Insanları ikna etme konusunda biraz yetenekli olduğumuzu düşünüyorum.”

“Biraz.”

“Biraz.”

“Normalde yanılmaktan nefret ederim ama bu konuda iyi ki yanılmışım diyorum. Evlilik aşkı öldürmüyormuş. Ben karıma bayağı bayağı aşığım ya. Senin zaten Nare'e olan aşkın destan oldu.”

“Aman lütfen bana destan deme ya. O kelimeyi mümkünse bir daha asla duymak istemiyorum.”

“Haklısın, tamam. Destan yok.”
“Olmasın n’olur.”

“Ama ilginç bir durum değil mi?”

“Evliliğin aşkı öldürmemesi mi?”

“Evet. Sen Nare'yi görünce hala heyecanlanıyor musun mesela?”

“Ah. Hem de nasıl.”

“Bak işte. Ilginç değil mi, nasıl oluyor bu? Tamam dur, cevap verme. Bu konu çok uzun. Bir gece hep beraber toplanır debate ederiz.”

“Olur.”

“Nare nasıl? Daha iyi mi?”

“Daha iyi. Daha da iyi olacak.”

“Keşke tüm bunlardan uzakta huzur içinde yaşayabilseniz… Nerde şimdi? Arasana gelsin o da.”

“Toplantısı vardı ama.” Gediz saatine baktı. “Çıkmıştır şimdi. Arayayım.”

“Çalıyor mu?”

“Hat meşgul.”

“Tüh. Tamam ya, birazdan yine ararız. Doğa'nın da bir danışanı ile randevusu vardı. Bitince o da gelir. Birlikte bir şeyler yaparız. Ne yapalım? Değişik bir şeyler yapalım.” Elleriyle kendini serinletmeye çalıştı ama hava soğuktu. “İçim daralıyor benim.”

Gediz arkadaşının içinin neden daraldığını biliyordu. Istanbul'da iken ailesi ile birlikte uğradıkları saldırının yıl dönümü yaklaşıyordu. Izzy bu konuda sadece bir kere konuşmuştu. Yıl dönümlerinde yaşadığı travmayı anmazdı. Ona o geceyi hatırlatabilecek her şeyden kaçınırdı. Yine öyle yapmaya çalışıyordu. Gediz bunun farkındaydı.

“Sana şimdi bir şey soracağım, benden nefret edeceksin sorduğum için ama sormam lazım,” dedi sessiz ve ciddi bir tonla. Izzy, ne soracağını biliyormuş gibi mahzunlaştı.

“Ne soracaksın?”

“Iyi misin?”

Izzy gülümsedi ama hüzünlü, buğulu bir gülümsemeydi bu. Evet anlamında başını salladı yine de. “Iyiyim ama sarılmayacağız.”

Gediz de gülümsedi. “Tamam, sarılmayacağız.”

Birbirlerine baktılar. Yeterliydi.

***

Telefonu kapatır kapatmaz arabaya koştum. Gediz'in aramalıydım belki de, kızlara haber vermeliydim, kendi başıma hareket etmemeliydim ama o an mantığım devre dışı kalmış gibiydi. Kulağımda hala benden yardım isteyen Cordelia'nın sesi vardı. Onu bulmalıydım. Yardım etmeliydim. Bir şey yapmalıydım. Beni aradığı numarayı tekrar aramaya çalıştım ama kapalıydı. Direksiyona sıkı sıkı tutundum. Bir yandan doğru bir şekilde nefes alıp vermeye çalışıyordum.

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin