Part I: "Seni Seviyorum..."

2.3K 96 122
                                    

“Prick your finger, it is done. The moon has now eclipsed the sun. The angel has spread its wings. The time has come for bitter things…”

3 GÜN ÖNCE

“Ne istiyorsun?”

Onu kapıda gördüğümde şaşırmamıştım. Gediz'in evine geldiği gün çıkardığı rezillikten sonra içinde tutamadığı öfkesinden kurtulmak için karşıma dikileceğini biliyordum. Anlamamak için direndiği gerçeklere kafa tutarak kazanabileceğini umuyordu. Yanılıyordu. Hem de çok yanılıyordu.

“Kızımı görmek istiyorum,” dedi dünyanın en doğal cevabını vermiş gibi rahat bir tavırla. Kaşlarımı çattım ağzından çıkan kelimelerin bende bir karşılığı yokmuşçasına.

“Senin bir kızın yok ki.” Bakışlarımı onun üzerinden çekmeden bir elimi geriye atıp yarı aralık kapıyı kapattım. Içeri girmesine izi vermeyecektim elbette. Çenesini sıvazladı gergince. Gözlerime bakmamak için uğraşıyor gibiydi. Ne düşündüğünü biliyordum. Sancar'a göre ben ona ihanet etmiştim ama o her şeye rağmen bizim hayatımızın bir parçası olmaya çalışıyordu. Yine en mağdur, en aşık oydu. Özür dilemesini gerektiren her durumda özür bekliyordu Sancar. Yaptığı her şey için bir bahanesi vardı. Hata yaptığını kabul ettiği zamanlarda bile kurbanı oynamaktan vazgeçmiyordu.

Samimiyetsiz özür cümlelerinin ardında hep bir ama vardı. Ama o da üzülmüştü. Ama o da çok acı çekmişti. Ama yastıklarının bedelini ödemişti. Ama pişmandı. Hata yaptığını söylerken bile kendini aklıyordu. Sancar’la olmak nedenini bile bilmediğin bir suçluluk hissiyle yaşamak demekti. Hep hatalı taraf olmak, hep eksik hissetmek demekti. Her şey ne kadar netti şimdi. Oysa yüzüne bakmak bile acı verirdi bana. Bir zamanlar çok sevdiğini düşündüğün birine yabancılaşmak garip bir duyguydu. Karşımdaki adamın yüzüne bakmak hiçbir şey ifade etmiyordu artık. Kalbim ona karşı soğuktu. Sancar eski, kötü bir anıydı hafızamda. Yitip gitmeye mahkum olduğunun bilincinde, geleceği yakalamaya çalışıyordu geçmiş. Üzerindeki tozu silkelemeye denedikçe daha çok tozlanıyordu aslında. Öyle ki ondan geriye sadece toz parçacıkları kalmıştı neredeyse. O da biliyordu. Korkusu bu yüzdendi.

“Sırf sen beni görmek istemiyorsun diye Melek babasız mı büyüyecek?”

“Melek zaten babasız büyüdü.”

“O eskindendi. Şimdi burdayım.”

“Değilsin. Hiçbir zaman da olmayacaksın.”

“Bak sefirin kızı-"

“Asıl sen bak, yarıcının oğlu. Sen beni topraklarından kovdun. Sen beni de, benim bedenimin yaşattığı umudu da memleketinde istemedin. Çocuktum ben be. Tek başıma can oldum ona. Yıllarca. Bir kabusun içinde büyüdük biz. Sebebi sensin. Benim kızım yatağının altındaki canavarlardan korkarak büyümedi. Onun canavarları ışığı yakınca kaybolup giden cinsten değildi. Etten kemiktendi.  Bana bir şey olur diye korkusundan feda ettiği uykuların hesabını verebilir misin? Yaşayamadığı çocukluğunu geri getirebilir misin? Ezberlediği karanlığı unutturabilir misin sebebi olduğunu bile bile? Unutturamazsın. Sen benim kızıma baba olamazsın. Onun hayatında yeni yaralar açma artık. Uzak dur. Bırak bir geleceği olsun. Unutmak için bir şansı olsun.”

“Ona zarar verebileceğimi nasıl düşünürsün?”

“Veriyorsun ama. Melek sana baba demiyor farkında mısın? Seni özlemiyor. Seni görmek istemiyor. Ne yapacaksın? Zorla mı sevdireceksin kendini?”

“Belki zamanla-"

“Zaman hiçbir şeyin telafisi değil. Hâlâ anlamıyor musun? Bak yıllar geçti işte. Şimdi sen benim memleketimdesin. Benim ev dediğim topraklardasın. Ne değişti Sancar? Zaman senin zalimliğini unutturdu mu? Bak işte yine karşımdasın. Aynı bakışlar, aynı öfke. Değişen tek şey ne biliyor musun? Bu kez ben seni kovuyorum topraklarımdan. Bu kez kapının dışında kalan sensin. Memleketine dön.”

“Peki Gediz? Bu topraklar bana gurbet, ona memleket mi?”

“Seninle Gediz’i konuşmayacağım.”

“Gerçekten dokundun mu ona?”

“Benim gerçekten senin saçma sapan sorularına ayıracak vaktim yok.”

Bunu sorduğuna inanamıyordum. Ona hayır dememi bekliyordu. Ya da hayır demek istediğime inanmak istiyordu. Yüzümde pişmanlık arıyordu. Hata yaptım, haklıydın dememi bekliyordu. Yanından geçip bahçe kapısına yürümeye başladım. Önüme geçti.

“Onu tanıdığını sanıyorsun ama tanımıyorsun. Gediz sevda nedir bilmez. Onun aşk dediği şeyin adı arzu, ihtiras anlamıyor musun? Sen onun için ulaşılmazdın. Bu yüzden peşinden koştu.” Yüzüne dahi bakmadan parmak uçlarımla onu ittim ve yoluma devam ettim. Kolumdan tuttu bu kez.

“Gediz’e umut bağlama.”

“Bırak kolumu.”

“Eğer ona istediğini verdiysen oyun bitti. O büyük aşkın sonuna geldin.”

Önce yüzüne sonra kolumdaki eline baktım tiksintiyle. Bana dokunmasına tahammül edemiyordum. Elimi göğsüme doğru çekip dirseğimle iterek kendimden uzaklaştırmaya çalıştım onu. Bahçe kapısının açılışı ile kolumu bıraktı. Gediz Sancar’a ölümcül bir bakış attı bize doğru gelirken. “Bir daha ona dokunmaya kalkarsan seni çok mutsuz ederim Sancar Efe,” dedi Gediz buz gibi bakışlarla. Efe derken yüzünde alaycı bir ifade oluştu. Kolumu ovuşturdum. Sancar eski dostuyla göz göze geldi. “Edersin tabii küçük prens. Beni en çok sen mutsuz edersin. Destana çomak soktun, sefirin kızını yarıcının oğlundan çaldın ya, kutlarsın yalan zaferini. Ama çok uzun sürmeyecek.”

“Neyin zaferini kutlayacağım, pardon? Bu bir yarış ya da bir savaş mıydı? Nare de savaş ganimeti miydi? Senin aşk, sevda dediğin şey böyle bir şey ama değil mi? Tanıdım artık seni ya. Bu zamana kadar tanıyamamışım ama artık tanıyorum. Şunu aklına sok. Kimseyi kimseden çalmadım ben.  Nare kimin yanında mutluysa orda olmayı seçti. Seninle değilse beni suçlamak yerine sorunu kendinde ara. Ama sen asla sorunu kendinde aramazsın ki. Tabii ya.  Seni sevmediği için, seni istemediği için, kendine ve kızına sensiz bir hayat kurrmak istediği için, iyileşmek istediği için Nare suçlu. Onu sevdiğim için ben suçluyum. Sen peki? Sana değer veren herkesi kendi ellerinle kaybettin. Yalnızsın, öfkelisin ama bu halde oluşunun tek sebebi sensin.”

“Sen masumsun öyle mi? Kardeşim dediğin adamın sevdasına göz koydun lan sen. Bana ait olanı istedin. Ben suçluyum tamam, senin ellerin temiz mi küçük prens?”

“Nare'ye aşık olduğum için senden özür dilemeyeceğim.”

Karmaşık duygular içinde Gediz'e baktım. Benim kurduğum cümleyi kurmuştu. Benim bu cümleyi kurduğumdan habersiz aynı kelimeleri Sancar'ın yüzüne çarpmıştı.

“Aşık oldum diyerek temize çekemezsin kendini. Sen sadıcının-"

“Sadıç madıç yok!” Gediz bir anda patladı. “Sen son söylediklerinden sonra nasıl yüzüme bakıp kardeşlik lafı edebiliyorsun? Biz seninle hiçbir zaman kardeş olmamışız ki! Ben sana sadıcım derken sen beni kendine rakip görmüşsün içten içe! Benden habersiz benimle yarışmışsın. Ben sana dostum derken sen…” Sesi titredi. Gözlerinde hayal kırıklığı vardı. Sancar'ın o gün söylediklerine çok içerlemiş olmalıydı. “Ben sana çok güvenmiştim. Çok.” Canının yandığını sesinden hissedebiliyordum. Kalbimde keskin bir acı duydum. “Artık seni görmek istemiyorum. Seni sevdiğim kadının etrafında görmek istemiyorum. Sesini duymak, yüzüne bakmak istemiyorum. Zorlama. Yapmak istemediğim şeyleri yapmak zorunda bırakma beni.”

“Ne yapacaksın? Yap ne yapacaksan! Vur hadi! Yapmak istediğin buysa vursana!”

“Inan bana çok isterdim. Şu an senin ağzını burnunu kırmak isterdim. Gerçekten çok isterdim. Ama ben senin gibi değilim. Sorunlarımı şiddetle çözmüyorum.”

“Öyle mi? Ben bana savunduğum yumrukları hatırlıyorum ama.”

“Ben de hatırlıyorum. Ne yazık ki hatırlıyorum. Kendime hiç yakıştıramıyorum. Kontrolümü kaybettiğim, kendime engel olamadığım için pişmanım. Senin aksine ben hatalarımı tekrarlamamak için çaba gösteriyorum. Bu yüzden sana vurmayacağım ama eğer bir daha ona yaklaşırsan, seninle tanıştığımız o ilk gün var ya, işte o günkü haline geri dönersin. Geriye koca bir hiç kalıncaya dek durmam. Lütfen, beni buna zorlama.”

“Daha açık olsana sen.”

“Şirketleri ayırdığımız günden bu yana ciddi bir borç batağına girmişsin zaten. İş dünyasını bilmiyorsun. Şirket yönetmeyi bilmiyorsun. Ingilizce bile bilmiyorsun. Yani demem o ki, çok kolay olur. Seninle uğraşırsam kaybedersin. Bunu yapmak istemiyorum. Mecbur etme.”

Sancar pişkin pişkin güldü. “Işte gerçek Gediz Işıklı. Hoşgeldin.”

“Ben gerçeğim zaten Sancar. Hep öyleydim. Sen oynadın. Sen benim gozümün içine baktın ya. Her şeyimi paylaştım ben seninle. Sana dostum derken vicdanın hiç mi rahatsız olmadı?”

“Sırtımdan bıçaklayan sensin, bana neyin hesabını soruyorsun?!”

“Ben Nare'den bahsetmiyorum ki. Ben bizim dostluğumuzdan bahsediyorum! Hakkımdaki gerçek düşüncelerinden bahsediyorum! Gizli nefretinden bahsediyorum!"

“Ne gizli nefreti? Yok öyle bir şey.” Gözlerini kaçırdı.

“Öyle mi? Burdan bakınca hiç öyle görünmüyor.”Acı acı güldü Gediz. “Ne diyordun sen, hah! Gediz için her şey oyun, eğlence. Kimi istediyse elde etmiş küçük prens Gediz Işıklı. Dostlar birbirileri hakkında böyle şeyler söylemezler. Biliyor musun, artık sana eski dostum bile diyemiyorum. Yalanmış çünkü. Ben sadece aşık oldum. Hataysa hata. Tek hatam buydu. Bana ihanet ettin diyorsun ya, tamam adına ihanet de. Peki senin ihanetini de konuşacak mıyız? Benim sırtımdaki bıçak da senin. Hesabını sorayım mı?”

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin