6 AY SONRA
FranceNARE
I wonder if I've been changed in the night. Let me think. Was I the same when I got up this morning? I almost think I can remember feeling a little different. But if I'm not the same, the next question is 'Who in the world am I?' Ah, that's the great puzzle.
Kafamı meşgul etsin arabada açtığım sesli kitaba odaklanmaya çalıştım ıssız orman yolunda ilerlerken. GPS yaklaşık bir saat kadar önce çalışmayı bıraktı. Kucağımdaki haritaya bakarak kaybolup kaybolmadığımı anlamaya çalışmaktan başka bir çarem yok. Hava bozuk. Gece yağmurlu. Fransa'nın hiç bilmediğim bir bölgesinde gece yarısı tek başıma ne yapıyorum ben? Pişmanlık yavaş yavaş kanıma karışıyordu. Gelmemeliydim buraya. Havanın bozacağı da belliydi. Aptal. Aptalsın sen, dedim dikiz aynasında kendimle göz göze gelince.
Burda olmamın sebebi bir süre önce aldığım garip email. Bir kadın ulaştı bana. Sophia Hofmann diye biri. Elinde Fransızcaya çevrilmesi gereken bir hikaye olduğunu söyledi. Bu hikayeyi özellikle benim çevirmemi istiyordu. Mail oldukça gizemliydi, bahsi geçen hikaye daha önce basılmamıştı bile. Tek kopyasının kendisinde olduğunu söyledi bu gizemli kadın. Detayları ise ancak yüz yüze konuşabilirdik. Aklı başında kimse cevap vermezdi belki bu maile ama içimden bir ses beyaz tavşanı takip etmek istedi. Beyaz tavşan, evet. Bana ulaşan mail adresinin profil fotoğrafında bir beyaz tavşan çizimi vardı. Sophia Hofmann ismini araştırdım. Hiçbir şey bulamadım. Çevirmemi istediği kitabın ismini - Project Monde- aratmayı da denedim. Yine bir sonuca ulaşamadım. Bana kitabın kapağının bir fotoğrafını göndermişti. Kapakta başlık ve altında bir alıntı cümlesi yazılıydı.
"All changed, changed utterly. A terrible beauty is born."
Hepsi buydu. Kitabın konusu hakkında bile bir fikrim yoktu. Bu kadar az bilgiyle böylesine bir maceraya atılmak kesinlikle delilikti ama zihnimi meşgul edecek bir şeye ihtiyacım vardı. Düşünmemeye ihtiyacım vardı. Daha da spesifik olmak gerekirse, Gediz'i düşünmemeye ihtiyacım vardı.
Altı ay geçti o öpücüğün üzerinden. Altı ay geçti Muğla'yı terk ettiğimiz o günün üzerinden. Ikimiz de kaçtık. O Amerika'ya döndü ben de İsviçre'ye. Bir daha da görüşmedik. Şimdi nerde ne yapıyor bilmiyorum. Aramadı hiç. Peşimden de gelmedi.
Direksiyonun üzerinde, karanlıkta parmağımda parıldayan evlilik yüzüğüne baktım. Ayrılmıştık ama hala salak gibi takıyordum bu yüzüğü. Unutmak için bu kadar çabaladığım birini bana sürekli hatırlatacak bir objeyi vücudumda taşımak ne kadar mantıklıydı? Çıkaramıyordum işte.
Bir süre sonra GPS gibi sesli kitap da çalışmayı bıraktı. Yağmur o kadar kuvvetli yağmıyordu neyseki. Silecekler hipnotik manevralarla görüş alanımı temizliyordu.
Telefonum çalmaya başladı. Arabayı durdurdum. Numarayı tanımıyordum. Yine de açtım. Alo dedim. Karşıdan cızırtılı bir kadın sesi geldi.
"Ne gerçek… ne değil artık bilmiyorum."
"Alo?"
"Ne zaman bir şeyleri çözmeye çok yaklaşsam yeni bir hikayede uyanıyorum. Bir çıkış. - we must break your body- Çıkış yok. - to win your mind."
Yorgun bir ses. Çok ağlamış, ağlamaktan yorulmuş gibi. Kesik kesik içini çekişleri bende böyle his uyandırıyordu. Kendi kendine konuşuyor gibiydi. Beni duymuyormuş gibi konuşmaya devam etti. Sesi çok tanıdıktı. O konuşurken araya başka bir ses giriyordu. Robotik bir kadın sesi.
"Kiminle görüşüyorum?"
"Uyanmam lazım. - We must - Nasıl yapacağım bilmiyorum. Uyuyamıyorum. - break your - Bir şeyler hatırlıyorum. -body - Anılar… ama bana ait değiller. -to win - Olamazlar. - your mind - Belki başka bir hikayeden kalmalar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefirin Kızı: Zuhur
FanfictionBu hikaye Sefirin Kızı dizisinin dördüncü bölüm sonrasında olacakları konu alacak. #NarGed için kelimelere ruh üflemek amacım. Hikayenin odak noktası Nare ve onun iyileşme süreci olacağı için dizide yer alan bazı yan karakterler bu versiyonda yer al...