13. Bölüm: Hiç O Kadar Masum Değilsin

128 7 0
                                    


NARE

Gözlerimi dünyanın en güzel manzarasına açtım. Güneş, onun kirpikleri üzerindeydi. Hala olduğumuz yerdeydik. Elim hala elindeydi. O hala yanımdaydı. Varlığı bir rüya değildi. Dün gece bir rüya değildi. En son ne zaman böyle kalbim çarparak heyecanla uyanmıştım ki? Hiçbir zaman belki de. Hareket edersem bu güzellik kaybolurmuş gibi kıpırdamadan onu izledim. Hayır, bu anın altını kazımayacaktım. Beynime izin verirsen bana milyon tane soru getirirdi çünkü. Mutlu olduğum için suçlu hissetmem gerektiğini söylerdi bana hem de bir tane makul bir sebep bile sunmadan. Ben de dinlerdim onu. Suçlu hissederdim. Doğan güneşten, yeni bir sabaha uyanmaktan nefret etmediğim için kendimden nefret ederdim.

Göz kapakları hareket etti, başını bana doğru çevirdi; sonra uyandı. Beni görür görmez gülümsedi sersem sersem. Gamzelerine bakarken ben de gülümsedim. Bana günaydın dedi uykulu derinden gelen bir sesle. Ben de ona günaydın dedim. Hala el ele olduğumuzu fark edince gülümsemesi derinleşti, iyice yayıldı yüzüne. Nerdeyiz, diye mırıldandım biraz utanarak elimi elinden çekerken. Saçlarımı karıştırma bahanesiyle kafama götürdüm. Benim evimdeyiz, dedi ve gerindi.

Tabloyu gördük sonra. Aynı anda kahkahayı bastık. 

•••

Bahçede birlikte kahvaltı yaparken "Güneş gözlüğü takmadım," dedi o yaramaz çocuk gülümsemesiyle. "Belki hayatında gördüğün en güzel kahverengi gözlere yakından bakmak istersin."

Gülmemeye çalışarak gözlerimi kıstım. Tehditkar bir bakış atmayı başarabilmekti derdim. Elimdeki kahvaltı bıçağıyla onu işaret ederek,"Seni öldürürüm, terk edilmiş bir kasabaya gömerim parçalarını kimse bulamaz," dedim ve arkama yaslandım.

Anında cevabı yapıştırdı.

"Gözlerimi de saklarsın belki."

Üzerine elime geçen ilk şeyi - peçete - fırlattım. "Salak," diyerek. O ise bana öpücük atarak karşılık verdi. İşaret ve baş parmağımı göz pınarlarıma bastırarak başımı eğsem de saklayamadım gülüşümü, kızaran yanaklarımı. Onunla böyle olmak doğal hissettiriyordu. Başından beri olması gereken buymuş gibi.

First date'imizin deli gibi eğlendiğimiz ve sarhoş olduğumuz kısımları dışında çok net hatırladığım, aramızdaki cinsel gerilimdi. Birbirimizin etrafında olmak doğaldı, onunla olmak kolaydı ama o gittikçe artan gerilimin hiçbir şekilde iletişimimizi etkilemediğini söylemek yalan olurdu. Çünkü ona yakın olmak, ona dokunmak nefesimi kesecek kadar heyecanlandırıyordu beni. Önceden düşünmemeye çalıştığım ne varsa artık fazlasıyla özgürdü. Bu özgürlük otokontrol konusunda güçlük çekmeme sebep olsa da keşfetmesi güzel bir durumdu. Güzel ve tehlikeli… İşte bu yüzden normal insanlar gibi sakin ve yavaş ilerleme sözümüzü tutabilir miydik pek emin değildim. Yine de güzel bir savaştı, onunla olan her şey gibi.

Kahvaltıdan sonra Müge'yi aradım. Biraz konuştuk, kendini işine verdiğini söyledi. Sesinden ruh halini anlamak güçtü, tek söyleyebileceğim yorgun olduğuydu. Kısa bir konuşmaydı. Sonlandıktan sonra içime oturdu adeta. Suçlu hissettim bir nebze. Kendi korkularım yüzünden kaçıp giderken geride kalanları tamamen yok saymıştım bir anlamda. Belki Müge ile hiçbir zaman çok yakın olmamıştık ama o cenazede bulunmam gerekiyordu diye düşünmekten de kendimi alamıyordum. Gediz'in yanımda olduğunu öğrenince kısa bir sessizlik oluştu aramızda. Sonra derin bir nefes verip kardeşini bana emanet etti. Yalnız bırakma onu dedi bana. Gediz oturup ağlayarak yas tutmayacaktı çünkü. Ikimiz de biliyorduk bunu. Ama bu iyi olduğu anlamına da gelmiyordu. Dün gece kahkahalarından sonra gözyaşlarına boğulduğunu hatırlıyordum. Elimi sıkıca kavrayışını, bana bakan gözlerindeki minneti… O an doğru zamanda yanındaydım.

Sefirin Kızı: ZuhurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin