124. Bölüm

314 29 7
                                    

  *

  Zoraki bir şekilde hazırlattığı at arabası karlı yolda ilerlerken küçük çocuk soğuktan üşüyen ellerini birbirine sürttü. Kat kat kalın giyinmesine rağmen çetin geçen kış iliklerine işliyordu. Firansoa'nın havası neredeyse buz soluyormuş gibiydi. Normal bir insanın dışarı çıkmayı düşünmeyeceği kadar yakıcıydı. Buna karşın Claud, bu yolculuğu yapmak zorunda olduğunu hissediyordu.

  O günün üstünden haftalar geçmişti. Kont ve Kontes gecenin bir vakti gürültüyle kaleden ayrıldıklarından beridir küçük çocuk Firansoa'da yalnızdı. Kont ona mektupla ulaşıp durumu üstünkörü açıklamıştı fakat açıklaması daha da beterdi. Başkentteki işleri bittikten sonra döneceklerini yazmıştı. Bu saçmalıktı. Claud her şey bitene kadar uslu uslu Firansoa kalesinde oturacak kadar gamsız bir insan olsaydı en başından bu meseleye hiç karışmazdı.

  Yavaş giden at arabası sinirlerini hoplatıyordu. Saatlerdir bitmeyen yolculuk ölüm gibiydi. Tek tesellisi varış noktasına az kalmış olmasıydı. Kont Firansoa'nın onun pervasızca Başkente geldiğini öğrendiğinde kızacağından emindi. Yine de bu ihtimal onu uslu uslu kalede kalmaya ikna edememişti.

  Pencereden dışarı bakan Kahya Robert, yeteri kadar seyretmiş olacak ki arabanın perdesini kapatıp içeri girdi. "Genç efendi, Başkent'teyiz."

  Sesler bunu kanıtlar nitelikteydi. Kış olmasına rağmen müthiş bir kalabalık vardı. İnsanlar karın içerisinde bile geziyorlar, pazar kuruyorlar, bir şekilde ticaret yapıyorlardı. Claud sertçe "Firansoa evine ne zaman varabiliriz?" diye sordu.

  "Normalde hızlı gidersek kısa sürerdi ama şimdi yollar karlı olduğundan yarım saatten uzun sürecektir."

  Saatlerdir yolda olan Claud için kötü bir haber değildi. Bu kadar sabretmişti, biraz daha sabretmek sorun olmazdı. Arkasına yaslanıp elindeki el yazması tıp kitabını köşeye koydu ve "Nihayet amcamla konuşabileceğim." dedi rahatlamış bir ifadeyle.

  Gözleri anlık olarak perdenin arasından Başkent sokaklarına takıldı. Tüm bu sokaklar, caddeler, dükkanlar, binalar... Öldürülme korkusuyla Larea'dan çıkamadığı günleri hatırlıyordu. Başkente gelmeyi çok istemişti. Ne yazık ki onu yetiştiren dadısı ve kahyası evden çıkmasına bile izin vermiyorlardı. Şimdi kendi gözleriyle bu yerleri görmek içini tarifsiz bir hissin kaplamasına sebep oldu. Doğduğu an elinden alınan her şeyi yavaş yavaş geri kazanıyordu.

  *

  Barutlu silah üretiminin en can alıcı noktası kurşundu. Kurşun tek seferlik harcanan bir materyaldi. Aynı zamanda silaha doldurulması zordu. Kalitesiz yapılırsa tetik kilidini aşıp patlama ihtimali artıyordu. Silahın kurşun alma kapasitesi de kaliteye oranla değişen şeylerden biriydi.

  Maria elindeki yeni geliştirilen tabancaya baktı. İçine altı tane kurşun alıyordu. Tetik tuşu sertti ama tutukluk yapmıyordu. İnce işçilik olduğu belliydi. Demirci ustalarına döndü elindeki silahla beraber. Gördükleri onu bir hayli memnun etmişti. O gün bu adamları kovmadığı için verdiği karardan hoşnuttu.

  "Bunun için mükafatlandırılacaksınız."

  Maria herkese karşı adil olmayı severdi. Bugün cömert günündeydi çünkü silah onun tahmin ettiğinden daha güzel olmuştu. Dahası, Firansoa işletmelerinden birinde özgün şekilde üretildiği için dünya üzerinde eşi benzeri olmayan silahlardı.

  Usta başı eserini gururla sunarken "Onur duyarız efendi Kontes Firansoa." dedi.

  Birkaç ay gibi kısa bir sürede bu silahların benzerlerinden binlerce yapmışlardı. Lale loncasının cephaneliği barutlu silah ve mermi kaynıyordu. Aynı zamanda demirciler mükemmel kılıçlar dövmüşlerdi. Zırh gibi koruma ekipmanlarınu olduğu gibi loncaya satmışlar, dışarı ticaret yapmamışlardı. Gizlice topladıkları demir madenini günü gününe eritip büyük miktarlarda silah temin etmişlerdi. Başkentin ortasında isyancı ordusunu besleyen bu üretim akla hayale sığmazdı ama bir şekilde olmuştu işte. Üstelik hiçbir şekilde prototiplerin dışarı sızmaması da işi ne kadar dikkatli yaptıklarını gösteriyordu.

Bıçağın Ucundaki KontesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin