Ling Jie, Yun Che'nin duruşuna baktığında başlangıçta alçalttığı Yuan ve Yang kılıçlarını yeniden göğsünün önüne yükseltti. "Beni hizaya getiren kişiden beklenildiği gibi. Sahip olman gereken ruh işte budur. Yenilsen bile sonuna kadar savaşıyorsun. Pekala ben sana, gelecekteki küçük kardeşime en saygın yenilgiyi vereceğim."""Heh!" Yun Che'nin ağzının köşeleri hafifçe yukarı doğru kıvrılırken gözlerinde tehlikeli bir ışık parladı. "Küçük dostum sen bir şeyi tamamen yanlış anlamış gibi gözüküyorsun. Kırık kılıcı kaldırmamın sebebi saygın bir yenilgi almak değil seni yenmek."
"Beni yenmek mi....Eh? Emin misin?" Ling Jie daha fazla genişleyen gözleri ile baktı.
Yun Che sakince konuştu. "Dürüst olmak gerekirse deminki mücadelemiz sırasında ben tam gücümü kullanmıyordum. Bir alışkanlık gibi ihtiyaç olmadığı sürece kendimi tutuyorum özellikle de insanların dikkati benim üzerimde iken. Sayısız savaş deneyimim bana insanların gözleri önünde gösterdiğin fazla şeylerin hepsinin başka bir koz göstermek yada kendini tehlikeye biraz daha göstermeye eşit olduğunu söylüyor. Ama sen sadece beni biraz yaralamadın kılıcımı da kestin. Sen gerçekten seni ciddiye almam için gerekli niteliklere sahipsin. Elimdeki kırık kılıç ile sana ağır kılıcın gerçekte ne olduğunu öğreteceğim."
Yun Che bu sözleri sakince ve hafifçe söyledi ama bunlar Ling Jie'nin kendine olan saygısını uyandırdı ve son derece tatmin olmamış aynı zamanda belirli ölçüde öfkelenmiş hissetmesine neden oldu.
"Pekala! Bana tüm gücünü göster. Eğer elindeki yarım kılıç ile beni yenersen bırak patron demeyi sana baba dememi istesen bile benim için sorun yok."
Her ne kadar arada 300 metre mesafe olsa da Ling Yuefeng'in işitme yeteneği sayesinde oğlunun söylediği düşüncesiz ve yanlış sözleri duymuştu ve bu onun yüzünün kasılmasına neden olmuştu.
"....Beni baba diye çağırmayı unut! Eğer insanlar senin gibi büyük bir oğlum olduğunu öğrenirlerse gelecekte nasıl kız tavlayacağım? Bu darbemi karşılamak için.....kendini hazırla."
Ling Jie tam konuşmak üzereydi ancak daha sesi dışarı çıkmadan aniden tüm sözlerini yuttu. Kaşları derin bir şaşkınlık ile daraldı.
Elinde kırık kılıcı kullanırken Yun Che'nin Hapishane tanrısı Sirius'un Büyük Kitabı hiç kısıtlama olmadan yönlenmeye başladı. Anında ağır kılıç ile olan bağlantısı mükemmelliği ulaştı. Kendi aurası ve Derebeyinin Muazzam Kılıcının kırık parçası tamamen birbirine karıştı. Elindeki kılıç artık bir silah parçası değil sanki bedeninin bir parçasıydı.
Auralarının tamamen birleşme hissi oldukça gizemliydi ve bu adımı atmak cennete çıkmaktan daha zor bir şeydi. Ling Jie Göksel yang Kılıcını dizginlediğinde onun son dileği Göksel Yang Kılıcı ve kendi auralarını tamamen birleştirmekti. Ancak yeteneği son derece iyi olsa da bunu yapmak için yıllar hatta birkaç on yıl harcaması gerektiğini biliyordu. Eğer başkası olsaydı onlar için bu binlerce kez imkansızdı.
Daha önce Yun Che ağır kılıcı kullanırken o görkemli ve muazzam bir yerinden oynamaz dağ gibi hissettiriyordu. Ama şuanda Ling Jie ağır kılıcın aurasını hissedemiyordu. Gözleri ile Yun Che'nin elindeki kırık ağır kılıcı görse de hisleri ona ağır kılıcın artık var olmadığını ve onun Yun Che'nin gücü ve ruhu ile......kusursuzca birleştiğini söylüyordu!
Bu Yun Che'nin Ejderha Tanrısının Test Alanında ki Sonsuz Ovada sayısız kaynak canavarını öldürmesiyle elde ettiği en büyük kazançtı.
Bu tür bir duygu Ling Jie'nin hayatı boyunca kovalamaya hazırlandığı mükemmel bir alemdi. Ancak şuanda o gözleri önünde ortaya çıkmıştı bu da ruhunun çılgınca oynamasına yol açmıştı.