Bu sözler Fen Juechen'in kulaklarına düştükten sonra, kendini muazzam bir aşağılanmayla çalkalanmış hissetti. Yun Che'nin onun hayatını kurtarmasının nedeni ne olursa olsun, hepsi (her şey?) ona bir çeşit sempati gibi görünüyordu."Yun Che... Cesaretin varsa öldür beni! Senin gibi bir şeytandan merhamet ya da sempatiye ihtiyacım yok!" Fen Juechen zorlukla nefes alıyordu, parmakları derine indiğinde kan çizgileri özgürce akıyordu. Gözleri, öldürme niyetiyle bakıyordu ve bakışlarıyla Yun Che'yi parçalara ayırmak istiyordu.
''Seni öldürmememin nedenini tekrar ediyorum, Ne sana acıyorum ne de sana sempati duyuyorum, ama benim küçük halam seni terk etmek istemiyor. Ancak bu sana hoşgörü gösterdiğim tek zamandır! Eğer bir gün bana alçakça bir komplo düzenlemeye cesaret edersen, seni kendi ellerimle öldürürüm. Bu yüzden, intikam almak için yeterince güce sahip olduğunda beni bul, sana verilen hayatı boşa harcama!''
Yun Che, Fen Juachen'e bir daha bakmadan döndü ve sessizce ayrıldı.
Yun Che'nin ayrılan bedenine bakan Fen Juechen'in gözleri çılgınca büyüdü ve güçsüzleşmiş bedeniyle şiddetle çabaladı. Zımpara kadar kaba bir sesle bağırdı. ''Yun Che... Gitmene izin verilmedi! Gidemezsin! Hayatını almadım... Seni öldürmek istiyorum! Bedenini binlerce parçaya bölmek, kemiklerini küle çevirmek istiyorum. Dünyadaki bütün acıları çekmeni istiyorum! Ayrılmaya iznin yok... Geri dön! AHHH!''
Fen Juechen'in isterik çığlıklarına rağmen, Yun Che ayrılışında kararlıydı ve kısa bir süre sonra Yun Che, Fen Juechen'in görüş alanından kayboldu. Fen Juechen kendini yere attı, kan lekeli elleriyle yeryüzüne dağılmış kömürleşmiş külleri kavrayarak umutsuzluk içinde ağlamaya başladı.
Onun kaynak enerjisi üretmeye başlamasının üzerinden on yıldan fazla zaman geçmişti ama o hiçbir zaman gözyaşı dökmemişti.
Ama bugün, o yürek parçalayan bir ağrıyla derin bir şekilde ağladı.
Onun ebeveynleri, babası, dedesi, bütün akrabaları, klanındaki herkes ve evi... Hepsi yok olmuştu! Klan liderinin oğlu olarak yaşadığı hayat, bir günde yok olmuştu. Geride kalan tek şey, kalbinde, kanında, kemiklerinde ve ruhunda akan muazzam ve sınırsız bir nefretti.
Yun Che'nin görünüşünü bilinç denizinin derinlerine damgaladı.
''İntikam almak istiyorum! İntikam almak istiyorum! İntikam almak istiyorum! Yun Che... Seni... Öldüreceğim!''
''Eğer parçalara ayrılsam, cehennemin dokuzuncu katında işkence çeksem bile, seni öldüreceğim!''
Öfkesinin doldurduğu yemin sesleri ıssız rüzgârla uzak mesafelere taşındı ve sanki gök daha da kasvetlenmiş, uğuldayan rüzgâr daha da hızlanmıştı. Uçsuz bucaksız gökler sesinin taşıdığı keskin nefretle zangırdıyordu.
''Seni öldürmememin nedeni... Küçük Halamın isteğiydi.''
Oydu.
O benim için Yun Che'ye yalvardı.
O benim bu sefil hayatı yaşamama izin verdi.
Fen Juechen'in bakışları aniden puslu hale geldi, o unutulmaz anılar zihninde dönmeye başladı.
O kader günü, bizzat kendisi Yun Che'nin iki akrabasını kaçırmak için Yüzen Bulut şehrine gelmişti. Xiao Konutunun arkasındaki dağ alanına vardığında, Xiao Lingxi'yi görmüş, normalde otoriter ve mağrur olan zihin yapısı allak bullak olmuştu.
O sırada Xiao Lingxi bir dere kenarında, elleri dizlerinde oturuyordu. O tatlı bir koku yayıyordu ve bakışları buğuluydu, ne düşündüğü pek belli olmasa da şefkatle bakıyordu. Şelale-vari (D.N: Şelaleye benzeyen) derecikler dereye dökülüyor, bu da suyun sessizce sıçramasına neden oluyordu. Fen Juechen'in açısından tek görülebilen şey yüzünün yan tarafıydı, yüzünün tek tarafını görebilse de ömründe ilk defa kalbi bu kadar mest olmuştu.