Yun Canghai'nin ani kükremesi Yun Che'yi korkuttu ve atlamasına neden oldu. O arkasına döndü ve şaşırtıcı bir şekilde Yun Canghai'nin tüm yüzünün bozulduğunu ve gözlerinin içlerini koyu kırmızı tabaka kaplayacak kadar çok heyecanlı olduğunu gördü. Sağ kolu ileri doğru uzanmıştı ve tüm bedeni umutsuzca mücadele ederken beraberinde zincir sesleri getiriyordu.
Bu abartılı tepki Yun Che'nin aniden soru sormasına neden oldu." Bu şeyi daha önce gördün mü?"
O konuşurken hızlıca kolyeyi Yun Canghai'nin gözlerinin önünde tuttu ve ardından içini açarak içinde ki son derece sıradan küçük aynayı ortaya çıkardı.
Yun Canghai son derece sert bir şekilde aynaya odaklandı. Gözleri titredi ve sanki göz yuvalarından çıkacaklarmış gibiydi. Kısa bir sessizliğin ardından mücadelesi daha sertleşirken şiddetle kükredi.
"Onu nereden aldın! O şey neden seninle birlikte....Konuş! O şey neden seninle birlikte! Neden!!"
Yun Canghai'nin tepkisi açıkça elindeki şeyi bildiğini gösteriyordu. Sadece bilmiyordu ayrıca onun için çok önemliymiş gibi duruyordu. Bu nedenle Yun Che'nin kalbi heyecanlandı ve kolyeyi boynuna astıktan sonra cevap vermek için en sakin sesini kullandı. "Ben doğduğumda o benimle birlikteydi. Bu benim hiç görmediğim beni doğuran ebeveynlerimin benim için bıraktıkları tek şey...Bunu biliyorsan bana tam olarak ne olduğunu söyleyebilir misin? Bunun asıl sahipleri kim? Bunu bana verenler....büyük ihtimalle beni doğuran ebeveynlerim!"
Hava anında pıhtılaştı.
İkisi de birbirine geniş gözlerle bakarken heyecanlılardı...Yun Che onun cevabını çok istiyordu. Bu kolye onun geçmişini ve ebeveynlerini öğrenmek için tek umuduydu. Bugün sonunda onun ne olduğunu bilen birini bulmuştu ve önündeki Yun Canghai'nin bakışları yoğunluktan donukluğa geçmişti ve giderek donuklaşmıştı.
"Bu senin....ailenin sana....bıraktığı bir şey mi?" O Yun Che'ye baktı ve konuşmakta zorluk çekerken yavaş ve boğuk bir sesle konuştu.
"Evet!" Yun Che başıyla onayladı ve kolyeyi kaldırdı. Derin bir nefes aldı ardından konuştu. "Ben doğduktan kısa bir süre sonra ailemin peşine düşülmüş ve ailemin samimi bir arkadaşı olan üvey babam benim hayatımı korumak için kendi oğlu ile benim yerimi gizlice değiştirmiş...Ailem gittiğinde geride bıraktıkları bir mesaj yoktu benimle beraber tek şey bu kolyeydi! Ben küçüklüğümden beri onu hep taktım çünkü o benim ailemi bulmak için tek kanıtım! Madem sen onu biliyorsun o zaman onu bana kim bıraktı.....Beni dünyaya getiren ebeveynlerim kim?"
Acilen cevabı bilmek isteyen Yun Che bildiği her şeyi söyledi. Yun Canghai'nin ağzından gelecek olan cevabı beklerken gözleri umutla genişledi. O bildiklerini anlatırken Yun Canghai'nin gözlerindeki ifade gittikçe şiddetli bir şekilde titredi. G-O kadar çok ki giderek daha çok gözyaşı parlıyordu...
Yun Canghai'nin havadaki sağ eli sertleşti ve onu aşağı indirmeden bir süre kasıldı. Yada belki de....aşırı heyecanının altında bedenini nasıl kontrol edeceğini unutmuştu. O Yun Che'ye baktı ve tüm bu zaman içinde gözlerini hiç kırpmadı. Yun Che konuşmayı bitirince dudakları açıldı ama bir ses çıkaramadı. Uzun bir süre sonra titreyen sesiyle akıl almaz bir şekilde konuştu.
"Çocuk....sen....sen....bu sene....kaç yaşındasın?"
"On dokuz." Yun Che cevapladı. Onun doğum günü geçen aydı. O klandan sürüldüğünde 16 yaşındaydı ve büyükbabası ile küçük halasından ayrı kalalı neredeyse 3 ay olmuştu.
"On dokuz....On dokuz....On dokuz..." Yun Canghai mırıldandı ve her seferinde gözlerindeki ifade daha belirsiz oldu. Havadaki sert kolu hareket etti ve parmakları nispeten yumuşak bir duruş yaptı. "Sen...buraya gel....bana sol elini göster....korkma....sana zarar vermeyeceğim ve senin eşyanı almayacağım....sadece bana sol elini göster..."