"Ne oldu? Neden zihnin bu kadar şiddetli dalgalanıyor?" Jasmine hemen sordu. O Yun Che'nin zihninin eşi benzeri görülmemiş bir kargaşa seviyesinde olduğunu hissetmişti bu seviye o kadar yüksekti ki belirgin bir şekilde Yun Che'nin kalp atışlarının şiddetli "badump" "badump" seslerini duyabiliyordu.Masmavi Gökyüzü Kıtası.....1999. Kaynak Yılı....10 yaş...Su Ling'er....yara....izi.....aynı isim.....benzer görünüş.....ve tam olarak aynı konuşma tarzı....
Bunların hepsi Yun Che'nin zihninin içine düzensizce dokunarak onun ruhunun kıyaslanamayacak derecede titremesine neden oldu. Çünkü bu olanların hepsi tek bir olasılığı işaret ediyordu....kızı korkutup korkutmayacağını önemsemeden uzandı ve onun elbisesini ve iç çamaşırlarını kaldırdı. Narin sağ dizinin üst ucunda yan yana iki tane koyu kırmızı küçük doğum lekesi gördü.
"Ling'er... sen Ling'er'sin... sen Ling'er'sin... sen Ling'er'sin... SEN LING'ER'SİN!!"
Bu iki doğum lekesini gördüğü an Yun Che'nin son duygusal bariyeri tamamen çöktü. Bedenindeki kan fokurdadı, görüşü altın yıldızlarla doldu ve neredeyse oracıkta bayılıyordu! Ruhunun ve zihninin en derinlerindeki şeyler şiddetle karışmaya başladı. Keder, tasa, acı, üzüntü....tüm bu duygular öğütüldü ve gözleri gözyaşları ile puslandı. Duygularının ufalandığı an aniden kıza sarıldı ve sanki tüm dünyayı kucaklıyormuş gibi onu sıkıca tuttu.
"Ah..." Kız Yun Che'nin kalbindeki duygularının azgın dalgalarından tamamen habersiz olduğundan onun yaptığı ani eylem nedeniyle irkildi. Onun sarılmasına gelince bazı nedenlerden dolayı hiç kabul etmeme hissetmedi. Uzunca bir süre sonra kız kuvvetsiz bir şekilde konuştu. "Büyük Kardeş Yun Che acıyor. Sen çok sıkı sarılıyorsun. uu..."
Bu kızın her sözü ona rüyalarındaki cennetsel müzik gibi geliyordu. Onun her yönü ruhuna ve yaşam çizgisine bağlıydı. Onun sesini duyduktan sonra Yun Che korkudan hemen hemen kollarını gevşetti ve ardından bunun onu korkutacağı korkusu arttı ve kollarını hemen serbest bıraktı. Ama elleri hala hafifçe onun omuzlarında dinleniyordu sanki onu bırakırsa önünden kaybolacağından korkuyor gibi görünüyordu.
O Ling'er....Benim Ling'er'im....
O zaman....bu gerçekten Kötülük Tanrısının oluşturduğu bir rüya alanı mı?
Rüya alanı da olur! Yeniden Ling'er'imi görebildiğim sürece burası bir rüya alanı olsa bile sonsuza kadar uykuda kalmaya razıyım...
"Büyük Kardeş Yun Che neden aniden ağladın?" Kızın kalbi şaşkınlıkla doldu ve Yun Che'nin yüzündeki gözyaşı lekelerini görünce gözleri acıma ile doldu. O uzandı ve Yun Che'nin bakışıyla karşılaşırken gözyaşlarını hafifçe sildi. O kesinlikle Yun Che'nin her bir gözyaşı damlasının nasıl son derece değerli olduğunu ve bunları onun için akıttığını bilmiyordu.
"Ben...ben iyiyim. Sadece....sadece gözüme kum kaçtı." Yun Che kafasını salladı ve gözyaşlarını tutmaya çalışırken beceriksiz bir bahane verdi. Şuan ki farkındalığının içindeki her şey sadece bir illüzyon olsa da.....dünyada onun ruh halinin bu derece kontrolden çıkmasına neden olabilecek tek şey Su Ling'er idi. Su Ling'er bir daha asla gözleri önüne gelmemesi gerekiyordu çünkü Su Ling'er o zaman kollarında ölmüştü ve onu bizzat kendisi bambu ormanının içine gömmüştü.
"Eh? Çok acıyor mu? Uuu...Ben Büyük Kardeş Yun Che'nin gözünün içine üfleyeceğim tamam mı? Bir kere ben gerçekten küçükken gözüme kum kaçmıştı ama annem gözümün içine üflediğinde tamamen iyi olmuştum."
Kız konuşurken pembe ve hassas dudakları buruştu....Önündeki Su Ling'er çok masum ve hiç etkilenmemişti, kaygısız ve hiç endişesi yoktu ve gözleri de çok parlak ve netti. Evet şuanda hala yakın akrabalarının şımartması ve ilgisi altındaydı. O hiç büyük bir değişiklik geçirmemişti ve üzüntünün ne olduğunu, kederin ne olduğunu, düşmanlığın ne olduğunu, acının ne olduğunu anlamıyordu....Anılarında gözlerinde daima sıkıntılı ve ilişkisi koparılmış bir ifade olan Su Ling'er onu ne zaman düşünse kalbinin iğne benzeri bir acıyla dolmasına neden oluyordu.