''AHH!! ''Yun Che öfkeli bir şekilde bağırdı ve Xiao Yunhai'yi uzağa doğru fırlattı. Sonuç olarak, Xiao Yunhai'nin başı yere çarptı ve taze kan bayıldığı yerin her tarafına sıçradı. Ardından, Yun Che delicesine arka dağlara doğru ilerledi.
Sabırsızlık, özlem, heyecan, sevinç... ve bunun dışında bir sürü duyguyu dönerken yanında getirmişti. Uçan Bulut Şehrine adım attığı an bu duygular gelgit dalgası gibi birbirine karıştı. Bunların arasında, sevinç en büyük yeri kaplamıştı.
Çünkü, üç yıldır görüşemediği dedesi ve küçük teyzesiyle görüşmek üzereydi.
Onları üç yıllık sefaletlerinden kurtarmak üzereydi...
Onlara, nasıl olduğunu göstermek istiyordu ve nasıl çoktan büyüdüğünü söylemek istiyordu. Onun için endişelenmemelerini istiyordu ve olduğu şekilde ondan hoşnutlanmalarını, gururlanmalarını istiyordu.
Yakında, yapmayı istediği şeyi bitirecekdti, dedesine ve küçük teyzesine bıraktığı sözü tamamlayacaktı.
Yakında, Xiao Klanı'nın onlara borçlu olduğu tüm borçları toplayacaktı, dedesi ve küçük teyzesinin tüm endişe ve kinlerini hafifletecekti.
Fakat, Alacağı şeyin böyle şaşırtıcı bir şok olacağını hiç düşünmemişti.
Yun Che şiddetli bir fırtına gibi arka dağlara doğru ilerlemişti. Yansıma Geçidini geçmiş, Xiao Lie ve Xiao Lingxi'nin üç yıldır soyutlandığı yere varmıştı.
Dağ zemini, solmuş otlar, taştan bir oda ve temiz bir pınar... Bu yer olağanüstü şekilde basit ve sakindi, ama kıyaslanamaz biçimde soyutlanmıştı da. Xiao Lie ve Xiao Lingxi burada kilitlenmeye zorlanmış, dışarı yarım adım bile atmalarına izin verilmemişti. Yun Che taş odanın önüne vardığı gibi orada durdu. Bir süreliğine biraz daha ilerlemeye cesaret edemedi... çünkü onlara her şey hakkında gerçeği söylemek istemiyordu. Bunun yerine Xiao Klanı'nın söylediği her şeyin yalan olduğuna inanırdı... Bunun yerine onların söylediği her şeyin sadece bir rüya olduğuna inanmayı bile seçerdi!
3 yıldır birikmiş olan endişesini ve merağını kendiyle beraber getirmişti. Bu sonucu kabul etmekte yetersizdi.
''Dede... Dede!''
''Küçük Teyze... içerde misiniz?''
''Ben Xiao Che... Geri döndüm!Dede, Küçük Teyze, beni duyuyor musunuz? Eğer duyuyorsanız, dışarı çıkın ve benle görüşün!''
Bağırış ardına bağırışları, biraz ürperti içeriyordu. Sesi rüzgar ile beraber uzaklara doğru sürüklendi, ama buna karşı bir cevap bile gelmemişti.
Son umut parçası bir sabun köpüğü gibi yok olmuştu. Yun Che nefesini tuttu ve ileri doğru yürüdü. Bir adım ileri attığı gibi, tüm vücudu hareketsizleşti... Önündeki taş odada gördüğü şey koyu kırmızı kan lekeleriydi.
Yun Che'nin şiddetli bir fırtına gibi ileri atıldığında kalbi sıkıştı. Hemen kan lekelerinin kuruyup kurumadığını öğrenmek için kan birikintisinin olduğu yerin önünde eğildi. Fakat, onun yüzeyinde ince bir toz tabakası vardı. Dağ rüzgarlarının hiç durmadığı bu yerde, bu ince toz tabakası kan lekelerinin geçmiş üç, dört günde bırakıldığını kanıtlamıştı.
Kan lekelerinden çok uzakta olmayan bir yerde, Yun Che üstleri pas tutmuş parçaları olan iki kırılmış kılıç gördü.
Bundan başka, burada bir kavganın ortaya çıktığı hakkında hiçbir iz yoktu. Yanan Cennet Klanı'nın gücüne karşı, Xiao Lie ve Xiao Lingxi nasıl direnebilir veya mücadele edebilirdi?!