"Sen gerçekten....benim büyükbabam mısın?"
Her ne kadar kanıt önünde duruyor ve birleşmiş kan damlaları bunu tartışmasız ve reddedilemez bir şekilde kanıtlıyor olsa da o yine de bir sorgulama sesi çıkardı. Bunun nedeni inanmadığı için değildi sadece aniden gelen şok edici gerçek zaten kaos durumundaki beynine büyük bir darbe indirerek bunu kabul etmesini zorlaştırmıştı.
"Çocuk....Benim çocuğum..." Yun Canghai tamamen gözyaşı dolu yüzüyle birlikte konuştu. "Ben 19 yıldan beri bir torunum olduğunu asla düşünmemiştim. Sen bizim Yun Ailemizin soyunu miras almışsın yine de sefil zorluklarla göğüs germişsin....Sen doğumundan beri ailenden ayrısın ve onları asla görmedin. Büyük baban sana asla bir önemseme belirtisi vermedi ve seninle karşılaştığım ilk gün neredeyse seni öldürüyordum...Ben gerçekten bu dünyadaki en beceriksiz en utanç verici büyük babayım. Gökler bu perişanlığı gördü ve bu hayatta birleşmemize izin verdi. Bu yüz yıl boyunca ben her zaman gökleri azarlamıştım ama şimdi...Ben hayatım boyunca Tanrılara asla bugünkü kadar minnettar olmadım..."
"Sen gerçekten....benim büyükbabam mısın?" Yun Che hala ruhsuzca mırıldanıyordu.
"Biliyorum senin büyük baban olacak niteliklerim yok. Ben asla sana en ufak bir özen göstermedim ve seni bu korkunç yere getirdim. Ancak benden ne kadar nefret edersen et ve beni ne kadar suçlarsan suçla bunda tamamen haklısın..." Hayali İblis Ülkesini ve 4 Büyük Kutsal Bölgeyi kudretiyle şok eden güçlü İblis Kral Yun Canghai'nin şuanda her sözünde gözleri doluyordu. Belki de onun birkaç yüz yıldır döktüğü göz yaşlarının toplamı bugünkü kadar çok etmezdi.
Yun Che biraz ayağa kalkıp kirli ve dağınık beyaz sakalları ve gözyaşı dolu ıslak kemikli yüzü olan düzensiz yaşlı adama baktı. Burnu aniden ağır bir üzüntü ve keder dalgası ile dolup taşmıştı....Onun önünde büyükbabası, gerçek sevgili ailesi.....iki hayat boyunca sahip olduğu ilk gerçek aile üyesi vardı!
"Büyük.....baba..."
Bu dünyada sayısız kez söylediği ve eşsiz bir şekilde aşina olduğu bu söz bağırdı an son derece dalgalıydı. Bu zordu....yine de istemsizce ağzından çıkmıştı...Çünkü Yun Canghai'nin gözlerinde tam olarak Xiao Lie'nin gözlerinde gördüğü hoşnutluğu görmüştü...
Yun Canghai'nin tüm bedeni sertleşti ve sanki bulutların içinde yüzüyormuş gibi hissetti...O ve Yun Che 16 aydır birlikte yaşıyorlardı ve bu süre onun Yun Che'nin en temel anlayışını elde etmesi için yeterliydi. Onun şaşırtıcı yeteneğini ve potansiyelini tahmin etmek imkansızdı. Onun azmi onun derinlemesine donakalmasına neden olmuştu. Onun mizacı kibirliydi ve zaman zaman saygısızlık gösteriyordu. Haysiyetine ve şerefine dokunulmasına izin vermiyordu. Yun Cangha basitçe böyle bir insanın onu "büyükbaba" diye çağıracak diye abartılı bir umudu yoktu çünkü Yun Canghai sadece suçluluk hissediyordu ve ona çok fazla şey borçlu olduğunu düşünüyordu. Ama onun bu kadar yakın mesafeden kan bağı yoluyla ona hitap edeceğini asla düşünmemişti.
O andaki mutluluk ve tatminlik onun şuan da yok olacak olsa bile milyon kez buna istekli olacağını hissetmesine izin vermişti.
"Sen beni tanımak istiyor musun?....Beni suçlamıyor musun?" Yun Canghai titreyen bir sesle konuştu.
Yun Che kafasını son derece yavaş bir şekilde salladı ve konuştu. "Sen benim büyük babamsın sen olmadan nasıl ben bu dünyaya gelebilirdim. Sen benim büyük babamsın ben seni nasıl suçlayabilirim....Sonunda....sonunda ailemi buldum....Büyük baba sen bunca yıl acı çektin...."
Yun Che sözleri kesildikten sonra ileri yürüdü ve şiddetle Yun Canghai'ya sarıldı. O bulduğu ilk aile üyesine sarılmıştı....Onların arasında ilişkilerini geliştirecek bir şey olmamıştı ve hatta aralarında geçmişte kin ve düşmanlık vardı ama bu artık önemli değildi. O bu ailesel sevgiyi reddedecek kadar soğuk ve gururlu olamazdı. O büyük babasını bir gün bile büyük babalık sorumluluklarını yerine getirmedi diye suçlamadı...Onlar aileydi ve bedenlerinde aynı kan akıyordu. Bu tek gerçek onun için yeterliydi.