Bölüm 34

24 5 0
                                    

O gün masada benim uzağımda olduğu için ve etraf da oldukça loş olduğundan adamın gözlerini iyi görememiştim. Ben insanda tipe bakmam, gözlere bakarım. Gözler ruhun aynasıdır, yalan söylemezler. Sadece çok usta yalancılar ki kendi attıkları yalana inana patalojik vakalar da gözler yalan söyler. Daha doğrusu o yalana inanmış olduğu için aslında yalan söylemez. Ben geçmişte aşık olduğum kızları ve iyi dost olduğum arkadaşları hep gözlerine bakarak seçtim. Samimiyetle parlayan gözlere güvendim hep.

İşte o gece ben Bruce'nin gözlerini göremedim, çünkü bana hiç bakmadı, ya da baktıysa da şöyle bir baktı, fakat takriben 11 ay sonra (Lux kulübünde tanıştığımızda Ekim'in başıydı, Ekim 2008), Eylül 2009'da Bruce Willis'in başrol oynadığı bilimkurgu filmi olan Surrogates (Suretler) filminin Hollywood Galası'nda (Premier) tekrar karşılaştık. O zaman gözgöze geldik. Vay beee, adamdaki gözler şahaneydi, lacivert mavisi iri ama muzip gözler!

Lux'deki gecede Bruce ne benle ne masadakilerle hiç konuşmadı, en azından biz oradayken. Bir ara, yanına oturduğum adam ki kim olduğunu bugün bile bilmiyorum, benimle muhabbet etti. O muhabetti Bruce'nin üstün körü de olsa dinlediğini sonradan anladım.

Olayı anlatayım. Can, Bruce'nin yanında oturan adamla fısır fısır belki 5 dakikadan fazla konuşmuştu, masaya öylesine geldiğimiz için kimse bana hal hatır sormadı ya da bir şey ikram etmedi, zaten elimizde birer bira şişesi vardı, adamların önünde ise kadehler vardı, fakat şişe olmadığından ne içtiklerini bilmiyordum. Biraz da galiba popcorn ve çerez olarak kızartılmış bezelye vardı. Iyyy! Neyse işte Can bir ara başıyla beni işaret etti ve korku filmi senaristi dedi konuştuğu adama. adam bana bir şey demedi ama baktı ve başıyla belli belirsiz bir selam işareti yaptı. Ben de başımı eğerek selamı aldım. Keşke elimi uzatıp kendimi tanıtsam adamla tanışsaydım. Çoookkkk büyük aptallık ettim. Çünkü daha sonra öğrendim ki Hollywood bir ağlar ağıymış, yani sen birisini bir yerde tanırsın o da başkasını tanır sonra seni tanıştırır. Sistem böyleymiş ama ben tabii hem acemi çaylaktım hem de gerçekten de İngilizcem o zamanlar çok kötüydü. Eninde sonunda ben İç Anadolu'nun bağrında, küçük ilçelerde, 1980lerin fakir  devlet okullarında okumuş birisiyim. Ben doğru dürüst İngilizceyi Yüksek lisans yaparken öğrendim, Tense'leri de lisede bütünlemeye kalınca söktüm. Ama gramer bilmek başka bir şey, resmi business (iş) yazışması yapmak daha başka bir şey bir de oturup ana dili İngilzice olan biriyle muhabbet etmek çok daha farklı bir şey. Eğer anadili İngilizce olmayan birisi olsa Tarzanca da olsa anlaşırsın, ki Korelisi, Japonu, Taylandlısı, Moğolu, Fransızı, İspanyolu, Brezilyalısı hepsiyle çok rahat anlaştım ama ABD'li ile çok zor yaw.

Bu yüzden adama kendimi takdim edemedim, belki de önüme bir sürü kapı açardı kimbilir.

KORE MAHALLESİ'NDEKİ TÜRK'ÜN DÖNÜŞÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin