Kapısı açıktı. İçeride ağır bir koku vardı. Hoca, bismillah diyerek attı ayağını içeri. Arkasından biz girdik.
Kimse var mı diye seslendi önceden, ama ses gelmedi. Geçin oturun siz ben etrafa bakınıp geleceğim dedi.
Geçtik içeri oturduk. İçeride örümcekler kol geziyor. Her yerde kavanoz içinde değişik değişik şeyler.
Hoca içeri geldi arkasından da bir adam. Adam dediğimde, ilk gördüğümde kadın sanmıştım. Sakalı falan yok, saçları up uzun kirli baya, dişleri sapsarı kısa boylu bir adam.
Karşımıza oturdu. Garip bir Türkçesi var, şivesi ilginç şekilde hoş geldiniz dedi. Zorda olsa sağır duymaz uydurur hesabı, hoş geldiniz dediğini anladık, bizde hoş bulduk dedik.
Bizim hoca bu adama durumu iyice anlattı ve Mahmut'u bulmamamız gerektiğini söyledi.
Adam, buluruz elbet ancak bunun ne kadar zor olduğunu sende biliyorsun dedi. Hocada bizlere bakarak biliyorum dedi.
Ne olacak diye beklerken adam kalkın yerinde, haydi gidiyoruz dedi. Önden o çıktı arkadan hoca sonrasında biz.
Evlerin arasından yürüdük. Ve köyün en başındaki evin yanındaki küçük bir baraka gibi bir yere geldik.
İlginç olan o barakayı görmemiştim köye girerken. Orada hiç ışıkta yok. Yerde Arapça bir yazı var ve etrafında minder. Tam 4 tane.
Adam birine, hoca birine, ben birine ve burhanda birine oturdu.
Sonra adam herkesin eline cebinden çıkardığı bıçak gibi şeyleri verdi, herkes önündeki harfe parmağını kesip bir damla damlatacak dedi.
Herkes parmağında ufak bir yara açtı ve birer damla önümüzdeki Arapça harfe damlattık.
Sonrasında adam, yanınızda Mahmut'ta ait bir şeyler var mı dedi. O sırada Mahmut'un güneş gözlüğü bendeydi, gözlüğü uzattım adama.
Mahmut'un gözlüğünü tam ortamıza koydu. Ve ezberden bir şeyler okumaya başladı.
İçeride yanan azıcık mum ışığının, kana vurunca yerdeki her damla kanın yavaş yavaş gözlüğe doğru gittiğini görüyordum.
Sanki bir damla kan değil daha çok kan varmış gibiydi. Adam bir şeyler okudukça o gözlüğe doğru süzülüyordu kanlar.
Gözlüğe damlalar yaklaştıkça odanın atmosferi an ve an değişiyordu. İnsanı baştan çıkaracak kadar güzel, fakat şiddeti arttıkça dayanılamayacak kadar kötü bir kokusu oluşmaya başladı.
Koku gerçekten dayanılamayacak kadar ağırlaştı, ben o kadar rahatsız oluyordum ki alnımdaki damarlardan birinin tıp tıp ses çıkardığını duyabilecek durumdaydım.
Diğer hocamız ise; konsantre olmaktan kasılmış ve ürkmüş görünüyordu. Başka zaman görsem kesinlikle komik olduğunu düşünürdüm.
Birden arkamdan tüm tüylerimi ürperten bir feryat geldi, evet arkadaşım Mahmut, o kadının yanında tutsak gibiydi. Tamamen kendindeydi ve yüksek derece korkmuş bir şekilde bakıyordu.
Kadın, hocayı görünce keyiflenir gibi oldu. Benzetme yapıyorum şuan eski bir düşmana bakar gibi hey gidi günler modundaydı. Anlamadığım bir Arapça tonunda konuşmaya başladı, hocaların her ikisi de kulak kesildi.
Kadın konuştukça Ben ve Burhan huzursuzlanıyorduk, kadın derinden gelen iğrenç bir çığlık kahkaha karışımı ses çıkararak kayboldu.
Bizim hoca huzursuz olmuştu suratında ilk defa acıma duygusu hakimdi diğer hoca ise saçlarıyla oynuyor, derin bir düşünce halinde oturuş şeklini bozmuyordu.
Bizim hoca konuşmaya başladı; Mahmut sizi kandırmış, amacını tam olarak bilmiyoruz ama şuanda o şerli varlığın komutası altında. Mahmut hala insan bunu aklınızdan çıkarmayın, fiziksel bir bedene sahip dedi.
Mahmut arkadaşımdı aslında, biz 3 arkadaş olarak birbirimizden başka kimseyle konuşmaz etmezdik birbirimize yeterdik.
Mahmut'un olası bize saldırma durumu, birden içime korkunç bir öfke düşürdü. Evet bu belayı başımıza saran ve bizi yani kardeşlerini satan insana zarar vermek istiyordum.
Elimdeki adamın verdiği şey ile ayağa doğru kalktım, karşımda duruyordu boş bakışlarla Mahmut.
Burhan ne yapacağımı anlamış olmalı ki, bana hayır dedi. O arada elimdeki ile Mahmut'a saldıracaktım. Ama bir şey ona doğru gitmeme mani oluyordu. Sonra, bir şey beni itmeye başladı ve yere düştüm.
Mahmut o anda bana bakıp kahkaha atıyordu.
Bu arada adamla o kadın tekrar konuşur gibi oldular. Hoca ne dediklerini anlamıyor gibiydi.
Adam iyice düşündü. Ben o sırada yerdeyim olanları izliyorum. Burhan bana bakıyor, ben ona ve hocaya bakıyordum.
Hoca, anlamak için çırpınıyor dediklerini. Mahmut'sa hala gülüyordu.
Adam ayağa kalktı, kadına doğru bağırmaya başladı Aramice dilinden. Ne dediğini anlamıyorduk.
Sonra kıyamet koptu sanki, çok şiddetli deprem oluyor gibi sallandı her yer. Arkasından, öyle şiddetli bir rüzgar esti ki, sanki kulaklarıma vurdukça rüzgarın sesi, başımı ağrıtıyordu gözlerimi açamıyordu.
Sonrada bir çığlık başladı, kulakları felç eden cırtlak sesli bir çığlıktı bu.
Hoca havada, ayakları yerden biraz yukarıda, ağzı açık nefes almaya çalışıyor gibi ve gözlerinden kan geliyordu.
Burhan yanıma doğru koşturmak istedi ancak olmadı. Onuda sanki biri çekiyormuş gibi havaya fırlattı ve hızlıca yere düştü, o an öldüğünü zannettim. Kemiklerinin sesi kulağıma kadar gelmişti.
Hoca hala havadaydı, yüzü gittikçe morarıyor. Bense küçük çocuk gibi yine ağlayarak, Hocam diye bağırıyorum.
Bir yandan Burhanı ve Mahmutu düşünüyorum. Mahmut ise bu arada hocaya odaklanmış şekilde sırıtarak onu seyrediyor. Gözleri gittikçe kızarıyordu.
Yanındaki kadın ise hala oradaydı. Adamda hala kadına bir şeyler diyordu...
DEVAMI BAYRAMDAN SONRA... HAYIRLI BAYRAMLAR...