Onu kefenler içinde görünce kanım dondu sanki. Fazla muhabbetimiz yoktu, ama ailem sayılırdı. Onu bu vaziyette görmeyi hiç istemezdim.
Keşke büyük dayımı öldüreceklerine, küçük dayımı öldürselerdi dedim içimden.
Hocamın dediği gibi; uykuya dalmadan kabuslar görüyordum yine. Bunun da bir kabus olduğunu varsayıp, pek üzülesim gelmedi.
Bu kazdıkları mezar dışında, bir kaç mezar daha vardı, yarı kapatılmış vaziyette. Onları da eşelemek geldi içimden, ama daha sonra vazgeçtim.
Köydeki ışıklar gittikçe şiddetini artırıyordu. Bir şenlik havası var gibiydi köyde. Haftaya olacak düğünün kutlamasına, bu günden mi başlamışlardı acaba... Ya da büyük dayımı öldürdükleri için miydi, bu mutlulukları...
Onlara görünmemem gerekiyordu. Ya da görünse miydim, beni benden alan sevgilimi görürdüm belki o vesileyle...
Neyse deyip vazgeçtim, bir ağacın dibine yaslanıp sabah olmasını bekleyecektim. Günün yorgunluğuna daha fazla dayanamayan bedenim; kendini uykuya teslim etmişti.
Sabah uyandığımda güneş çoktan doğmuştu. Köyde de, geceye inat, bir kişi bile yoktu dışarıda.
Koşar vaziyette, hocamın köyüne gitmeye başladım. 30 dakika sürmeden hocamın köyüne vardım.
Herhangi bir değişiklik olmamıştı köyde, zaten yıkılacağı kadar yıkılmıştı dünden.
Hocam diye seslendim bir kaç defa... Dış kapısını açıp, buyur evladım içeriye gel dedi.
Onun sesini duyduğumda, sevinçten uçaçak gibi olmuştum. Hocam sizi çok merak ettim, sizi de öldürdüler sandım dedim.
Allah'a şükür üstesinden geldik evladım. Artık köyümüze kimse bir şey yapamaz.
Nasıl üstesinden geldiniz hocam diye sordum.
Senin, esrarengiz çoban diye bildiğin kişi sayesinde dedi.
O, Allah dostu bir insandı, ömrünü Allah'a hayırlı kul olabilmek için sarf etti. Cinlerin padişahı olduğu gibi, oda gönüllerin padişahıydı.
Çok ilim ehli, takva sahibiydi. Geceleri az uyur, sürekli ibadetle geçirirdi... Sürekli Allah'a, ruhi sıkıntılar çeken insanlara yardım edebilecek ilimler öğrenebilmesi ve kalp gözünün açılması için yalvarırdı.
Hafızdı zaten, ama kuran'ın sırrına da vakıftı. Kuranı, sadece okumaz, bizzat yaşardı... Önderi olan peygamberinin izinden ayrılmazdı...
O benim dedemdi evladım...
Ölmeden önce insanların, öldükten sonra cinlerin çobanı oldu.
O köy, bizim eski köyümüzdü, yani dayına kız istemeye gittiğiniz köy.
Bundan 40-45 sene önce bir büyücü gelip, insanların beynini bulandırdı. Kötülük üzerine ne varsa hepsini öğretti... Erkekler karılarını boşayıp, dışı cinlerle evlendi. Senin gördüğün çarşaflı kadınların hepsi cindir. Sakın ha onlara güvenme.
Dedem önce, o büyücüye inanmayanları bu köye götürüp, sonra geride kalan herkesi yakmak istedi. Birazı yandı, ama birazı da sağlam kaldı. Dedem aslında ölmüştü bedenen, ama ruhen aramızdaydı.
Bazı şeyler kafamda oturmuştu artık, ama eksik kalan ve anlamadığım bölümlerde vardı. Anladım hocam deyip geçiştirdim. Çünkü aklım hep sevgilimdeydi.
Hocamdan Müsaade isteyip, yanından ayrıldım. Arabama binip hemen eve varmak istiyordum..
Küçük dayımı nasıl öldürseydim acaba...
Hocamın dedikleri, bir kulağımdan girmiş, diğerinden çıkmıştı.
Arabaya bindirip, sadece onun öleceği bir kazamı yapsam diye düşündüm. Ama saçmaydı, bende ölebilirdim.
Ya da yine arabaya bindirip, hadi kızın köyüne gidip durumlarını bir kontrol edelim deyip, yolda gelirken bıçakla mı öldürseydim...
Eve varana kadar kafamda planlar kurdum... O kız benim olmalıydı çünkü... Olması içinde en büyük şart, dayımın ölmesiydi.
Eve varmadan direk dayımgilin evine gittim. Ailem merak etmiş mi etmemiş mi, hiç umurum da değildi.
Evin önüne vardım, evin önünde bir tane cenaze arabası vardı. İnşallah eceliyle gitmiştir, elimi kana bulamam diyerek sevindim birde.
Herkes perişan bir halde ağlıyordu. Annem boynuma sarılıp, oğlum dayını kaybettik dedi. Ama büyük dayını...
2 gün önce intihar edip canına kıymış, gecede uçakla buraya götürmüşler...