Kamp 10

729 29 2
                                    

Sabah altı gibi, Ali tarafından uyandırıldım. Güneş daha yeni doğuyordu.

Hazır mısın gidelim mi, dedi.

Heyecanından sabaha kadar uyumadığı, gözlerindeki kızarıklıktan belliydi. Şimdi olmaz kardeşim, biraz daha uyu, kahvaltıyı yapar öyle çıkarız, dedim.

İkna olmuş olacak ki, hiç konuşmadan çadırına girdi.

Saat dokuz gibi tekrar uyandırdı beni. Hadi kahvaltı hazır, karnımızı doyurup gidelim, dedi.

Nasıl bir duydu içindeydi bilemiyorum. Ama oraya gitmek için can atıyordu. Oysaki buraya bile gelmek istememişti. Bizi kıramadığı için kabul etmişti kamp gezisini.

Yine dördümüz bir köşede kahvaltımızı yaptık. Biz kahvaltımızı yaparken hocalarımız ve rehberimiz İlhan abide, öğrencilere bir şeyler söylüyordu.

Bu gün falanca yere gideceğiz, filanca yere gideceğiz... vs.

Bizim dörtlü yine gruba katılmadı. Çadırların güvenliğini yine bize verip, geride kalan herkes, dedikleri yere gittiler.

Grup gözden kaybolduktan sonra Ali söze girdi. Ben bu gün Karakadı köyüne gidiyorum, sizde gelmek ister misiniz?

Ben söz verdiğim için mecburi olarak, ''seninleyim'' demek zorunda kaldım.

Musa'da hiç tereddüt etmeden, gelirim kardeşim dedi.

Alperen gelmek istemiyordu, ama oda erkekliğe bok sürmemek için, gelirim, diye cevap verdi.

Ali sabaha kadar uyumamış, planlar yapmıştı.

Nereden buldu bilmiyorum; kırmızı renkteki parça parça ipleri eline alarak, bunları ağaçların dallarına bağlayacağız arkadaşlar, dönüşte bunlara bakarak döneceğiz, dedi.

Yine mavi renkli keçeli kalemi de elinde göstererek, bununla da kabuğu soyulmuş ağaçları işaretleyeceğiz diyordu.

Kendince tedbir almıştı, ama yeterli olacak mıydı? Dağın içinde kaybolmamızın nedeni ağaçların karışıklığı değildi aslında, insanın aklını karıştıran bir sır vardı orada.

Hiç vakit kaybetmeden yürümeye başladık. Yamaçtan aşağı inip, sınırın önüne kadar geldik. Çantasından çıkardığı kırmızı renkli iplikten bir tanesini, girişteki ağacın dalına bağladı.

Her 25-30 metrede bir bunu yapacağız, diyordu.

Girişteki iki ağacında dallarına kırmızı ipliklerden bağladıktan sonra, 30 metre kadar yürüdük. Yine kırmızı iplik bağladı ve yürümeye devam etti. Alperende ayakkabısıyla yerde çizgiler çiziyordu.

Belli bir müddet yürüdükten sonra, kabukları tamamen soyulmuş bir ağaca rast geldik. Bu ağaç, geçen gün Cebrail amcanın kestiği ağaçlardandı.

Kabuğu tamamen soyulmuş, bir tarafı da hafiften yanmıştı. Üstünde Arapçayı andıran harfler ve garip şekiller vardı.

Bu kelimeler Arapça değil, dedi Ali. Olsaydı okurdum. Bunlar başka bir dil.

Her otuz metrede bir duruyor, kırmızı ipliklerden bağlıyorduk. O ilginç şekiller çizili ağaçlarında üzerini mavi kalem ile karalıyorduk.

''Bunlar bir rituel arkadaşlar, bir büyü, cinleri buraya çeken bir tılsım olmalı.'' Söze giren Musa idi.

Konuşmasına devam etti. ''Biraz araştırma yaptım bende bu köyle ve bu dağ ile ilgili. Daha öncede sürekli büyüler ile ilgili şeyler okudum. Bu şekiller ve bu yazı, Aramice diline ait. Hz İsa'nın kullandığı bir dil.''

Hz İsa'dan sonra kullanan olmamış, tabi bir grup hariç...

O grubun kimler olduğunu biliyorduk aslında, ama yine de Alperen araya girdi. Kimler.

Kısa bir sessizlikten sonra Ali cevap verdi.

''Cinler.''

On beş, yirmi dakika kadar yürüdük böyle. Ali ağaçlara kırmızı iplik bağladı, Alperende geldiğimiz yollara ayağıyla çizgiler çizdi. Her gördüğümüz kabuğu soyulmuş ağaçlarında üstünü karaladı. Şekillerin üstünü çizdi.

En sonunda köye varabilmiştik. 50 yıldır hiç bir canlı girmediği için adam boyu otlar büyümüştü.

İçimizde korku, bir o kadar da merak vardı. Neden bu köye kimse giremez, girenler niye geri dönemezdi.

Geceleri ışıl ışıl olan bu köyde, bir gece lambası bile yoktu. Gerçi köyde elektrik hattı bile görünmüyordu.

Evlerin çoğunun duvarları yıkılmış ve camları çatlamış vaziyette idi. Hepsinde de korkutucu bir hal vardı.

Şuan gördüğüm evler, aslında cinlerin mekânıydı ve hava karardıktan sonra görünmeye başlayacaklardı.

Gerçek Bir Cin HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin