Ertesi gün kalktığımda olayın şokunu henüz atlatamamıştım, hala şaşkınlık üzerimdeydi. Kahvaltı etmeden direk atı eğerleyip derenin oraya gitmeye karar verdim.
Atı bağlayıp, güneş altında ısınıp, hamam suyundan beter olan derenin suyuyla, elimi yüzümü yıkadım.
Daha lise birden yeni çıkmış olan bana, doğum günü hediyesi olarak gerçek tabanca alan bir babam var. Kendisi av manyağı, beni de öyle edecek.
Bende belimde taşıyorum sürekli bunu. Büyüme hevesi işte, kendimi bir halt zannediyorum.
Yere oturmamla, belimde sıkışmış tetiğin, merminin içindeki barutu tutuşturup patlatması bir oldu. İlk önce patlayan tabancanın, belimdeki meret olduğunu anlayamadım.
Sesten kulaklarım patlayacakmış gibiydi. Anlık korkuyla kalkıp belimden tabancayı çektim. Sesin başka yerden geldiğini, başka birinin ateş ettiğini sanmıştım.
Tabancadan çıkan dumanları görünce, patlayan tabancanın belimdeki olduğunu anladım.
Büyük bir korku ve sinirle, kazalara meydan vermemek için, sığ dereye tabancayı fırlattım ve ata binip geri döndüm.
Çiftliğe döndüğümde kuzen kalkmıştı, oturup kahvaltımızı ettik ve dün gece yaşadıklarımızı değerlendirmek için içerideki salona geçtik.
Kuzen hala uyanamamış, şaşkın şaşkın etrafa bakınıyordu. Konuyu açan ben oldum.
Lan ne oldu dün gece öyle?
Hala dalmış bir vaziyette sabit bir yere bakıyordu.
Duymuyor musun lan beni.
Ha, ne oldu kuzen.
Soru soruyorum tınlamıyorsun beni.
Dalmışım kuzen, kusura bakma.
Ne oldu dün akşam öyle diyorum?
Kuzen konuşmayalım bunu lütfen.
Neden, merak ettim, bir şeymi var.
Sen onu görmedin mi?
Neyi lan neyi?
Kuzen boşver, hadi yürü inekleri otlatalım, sonra anlatırım.
Neyi görmemiştim. Dün gece sadece ışıklar kesilmiş ve kapı kilitlenmişti. Aslında o kapı kendiliğinden kilitlenmez, muhakkak biri kitlemeliydi, fakat kim kilitleyecek ki.
Kuzenin, Sen onu görmedin mi? Dediği şey neydi acaba, o görmediğim şeymi kilitledi kapıyı. Ne delisi saçması şey böyle, dedim içimden.
Kafamdaki soru işaretleri ile kuzenin peşinden gittim. Remzi abinin kapısını çalıp uyandırdık.
Sonra, kuzenle ben atları eğerleyip bizler ata, remzi abi önümüzden yürüyerek inekleri sürüyordu.
Boş arazilere varıp, inekleri kendi haline bıraktık. Remzi abi ve kuzen bir tarafta oturmuş sigarasını içerken, ben at ile dağılan inekleri sürünün içinde tutuyordum.
İnekler sürekli, yan taraftaki mısır ekili yerlere kaçıyordu.
Büyümüş mısırları bilen bilir, sapları çok sert olur. Tarla seyrek bir şekilde mısırla doluydu. Atın üstünde olduğum halde kafam, anca mısırların üstüne çıkabiliyordu.
Sanırım atın ayağı o topraktaki saplardan birine takıldı, sonra atla beraber yere düştüm.
Bana yardım edeceklerine, karşımda durup yarıla yarıla gülüyorlardı.
Atın üstünde hemen kalktım, üstümü başımı silkeledim. Fakat at, hala yerde ölü gibi yatıyordu.
Gözlerini kırparak sanki elinden şekeri alınmış bebek gibi, ne olur yardım edin edasıyla bakınıyordu etrafa.
Bir kaç kere hafifçe kırbaçladıysak da kalkmadı. Ne yapacağız lan şeklinde birbirimize bakıyorduk.
10 dakika kadar at, öyle ölü gibi yerde yattı. Aslında hafif düşmüştük, yaralanmış olamazdı.
Biz öyle muallâk gibi bakışırken, atın kalkmaya çalıştığını gördüm. Dizginleri yakalamak için hamle yaptım, ama tutamadım, at kalktığı gibi dereye doğru koşmaya başladı.
Biz öyle eli kolu bağlanmış gibi, at ufukta kaybolana kadar arkasından baktık durduk.
Elden bir şey gelmiyordu. Zaten gördüğümüz manzaradan sonra, o ata binmek isteyeceğimi de pek zannetmiyordum.
Remzi abi, hadi boş verin toplayalım şu inekleri de gidelim artık, at çiftliğe gitmiştir dedi.
Toplanıp çiftliğe gittikten sonra, resimde siyahla gösterdiğim yerdeki tek odalık eve girdik, oturup sigaraları yaktık içmeye başladık.
At çiftliğe girmemiş, nerede olduğu da belli değildi.
Remzi abi, bırakın at döner iki güne, diye teselli etmeye çalıştı bizi.
O zamanlar annem, babam, dedem, üvey babaannem falan hiç biri bilmiyor sigara içtiğimi, yakalasalar öttürürler herhalde.
Her neyse, dedem Remzi abiyi çağırdı, biraz işler varmış gitti oda.Biz kaldık kuzenle başbaşa.
Yine konuyu ben açtım, adamın ağzını bıçak açmıyor. Geldiğimden beri bir tuhaflık var bunda, sürekli bir yerlere dalıp gidiyor.
Ne oldu lan sana, bir derdin mi var, neden konuşmuyorsun?
İrkilerek birden bana baktı. Ne derdi ya, yok bir şey.
Sen böyle değildin kuzen, sürekli bir yerlere dalıp gidiyorsun, anlamıyorum.
Tamam, her şeyi söyleyecem, ama şimdi değil.
Neyi söyleyeceksin, şimdi anlatsana.
Akşama kadar sabret, anlayacaksın her şeyi.