Yola çıktık çok uzun bir yolculuktan sonra İstanbul'a, oradan da başka bir vasıta ile onun şehrine ulaştık.
Eve gitmeden evvel bir kahvaltı yaptık dışarıda. Börek aldık bir çay bahçesinde yedik, eve koyulduk.
Annesi geceleri ritüeller ile uğraştığından ancak öğleden sonra uyanıyordu. Amaçlı ritüellerin saatleri vardır, çoğu gece yarısında sonradır genelleme yapılamaz ama en bereketli zaman gece 3 civarındadır.
Eve geldik, kapıyı açtığımızda Muzafferin köpeği karşıladı bizi. Şu ufak olanlardan.
Muzafferin en yakın dostu ve arkadaşı oymuş, benden önce. Sevecen bir köpek, hemen yanıma koştu. Havlama huyu yok, böyle garip işler yapılan bir evde böyle garip bir köpek olması tuhaf.
Tenasühe inansaydım, bunun önceki hayatında bir insan olduğuna inanırdım, manalı bakışları vardı.
Muzafferin odasına girdik, yatağında uyumamı söyledi, kabul etmedim. Yere bir döşek açtı ve uyuduk.
Acı bir feryada uyandım, sarsılmıştım, yan odadan yakarışlar geliyordu. Muzafferde fırladı yerinden.
Bana dönerek, korkma hasta vardır içeride dedi. Sesin kesilmesini ve muhtemelen hasta olan kişinin ayrılmasını bekledik. Muzaffer odadan ayrıldı bir iki dakika sonra kapıda annesi ile göründü.
Muzafferin annesi, annemden daha büyük, 50 yaşlarındaydı, eyilip eline öptüm. Halimi hatırımı sordu, içeri gelin bir şeyler yiyelim dedi. Hiçbir mesele açmadan yemeği hazırladılar, hep beraber yedik.
Muzaffere sen git bir çay yap dedi. Kayıtlarımızı eline aldı baktı kısaca, sonra bana döndü.
Öncelikle bana karşı dürüst olacaksın, aksi halde hiçbir şey fayda etmez. Medyumlar çoğu şeyi bilgiler doğrultusunda yaparlar. Sen baştan yalan söylersen, yaptığımız tüm eylemler amacından sapar dedi.
Kadın oldukça kültürlü bir insandı.
Evet anlamında başımı salladım.
Bana hikayeni anlat, fakat kısım kısım gidelim dedi. Erumi ve Sakil? nedir, kimdir.
Çocukken gördüklerimi anlattım, detaylıca. (Hikayede bahsettiklerimi birebir tekrar etmemek adına böyle geçeceğim.)
Peki, onları daha sonra hiç gördün mü? dedi.
Hayır dedim.
Görmek adına bir çaba sarf ettin mi?
Evet.
Ne mesela.
Ona Mustafa olayını en incesine kadar anlattım. İfrit dediğiniz kadından ve yaşananlardan söz ettim.
Bu kadını en son ne zaman gördün, ya da haber aldın? dedi.
Ona babamla yaptığım seyahatte duyduğum sesten, ve bu ritüel akabinde duyduğum sesten bahsettim.
Bir aşama daha kat ettik, hımm dedi ve not aldı. Sonra söylediğim sözü de gülümseyerek yazdı açık etmemeliydin kısmını.
Aylardır görünmüyor değil mi? dedi... Sadece sesini mi duyuyorsun.
Evet dedim.
Biraz daha sohbet ettik. Tamam dedi, sen sakin ol yeter ki, bakacağız... Şimdi siz çıkın muzaffer sana biraz şehri gezdirsin, akşam uzun olacak dedi.
Muzaffer ile şehri gezdik, pek konuşacak mesele bulamadık. İkimizinde aklında aynı mesele vardı, kafa dolu olunca laklak için vakit kalmıyor. İstenilen saatte eve döndük.
Akşam eve döndük. Kadın odasındaydı, Muzaffer içeri girmeye çalıştı ancak kapı kilitliydi, çalışırken hep böyle yaparmış kendisi. Kaldığı oda aynı zamanda ofisi gibiymiş.
1 saat kadar sonra kapı açıldı, Muzaffer içeri gelin dedi. Tütsü yaktı, içine çek bunu dedi... Muzafferin ise eline defteri tutuşturdu, sana önemli noktaları işaret edeceğim not alacaksın dedi.
Bir süre sonra transa geçtim. Çok farklı bir aleme yani...
İlk ritüelde bahsettiğim topluluğu gördüm. İçlerinde benimki yoktu, hepsi birden bana döndü.
Çok çok farklı simalar; birisinin yüzü keçi suratına benziyordu, kulakları ise bir fil kulağı gibi. Vücudu kıllı fakat üstündeki kırmızı entari sebebi ile tam göremiyorum. Ne insana ne hayvana benziyor simaları. Ancak, duruşları bir insanı andırıyor.
Bu keçi suratlı bana hitaben; anlaşmayı bozdun! Dedi.
Ben hiçbir şeyi bozmadım diye haykırdım.
Yakalayın diye bağırdı...
Bir anda hepsi üstüme hücumlandı. Yaptıkları ise koşmak denemez, koşmuyorlardı. Hızlı kuş sürülerini andırıyorlardı, etrafımı sardılar. Ellerimi arkadan tutarak diz üstü çöktürdüler, ardından yere kurbanlık gibi yatırdılar.
Ellerinde bakırdan baltayı andıran aletle gelen birkaç varlık başımda dikildi. Bu keçi suratlı bir taht üzerine oturarak izliyordu olan biteni. O esnada benim ifrit çıktı ortaya. Eline bakır rengindeki baltayı aldı.
Sana Mustafa'nın akıbetini anlatmadım mı? Benden başkası ile görüşmeyeceksin demedim mi?
Ben kimse ile görüşmedim dedim, feryat figan yalvarıyordum.
O yaptığın ritüel neydi o zaman? kaybettin dedi..
Tam baltayı başıma indirmeye hazırlanırken, tüm varlıklar o keçi suratlının ismini zikretmeye başladı... Vialon...
Hep beraber bağırıyorlar.
Vialon!!!... Vialon!!!...
Bu aynı bizim dervişlerin zikirlerine benziyor, büyük bir coşku ve vecd ile bu ismi tekrarlıyorlar.
Artık ölmeme ramak kaldı, ifrit baltayı indirmek üzere bekliyorken; bir ses yankılandı Leyse lehâ min dûnillâhi kâşifeh. (Onu Allah'tan başka açacak kimse yoktur. Necm 58) O esnada durumumu takip eden kadın okuyormuş.
Vialon oturduğu tahttan ayağı kalktı hışımla... Ellerini fil kulaklarına bastırarak durun diye bağırdı. Hepsi adeta buz tutmuşcasına durdular.
Vialon başını sürekli sağa sola sallayarak, yerine oturdu. Elini alnına götürdü. Uzun süre böyle kaldı. Sonra serbest bırakın! Dedi.
Üstümden ayaklarını çektiler. İfrit ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
+Efendim, serbest mi bırakacağız? Dedi ifrit.
-Sana ne diyorsam onu yap.
+Ama efendim, anlaşmam?
-Beni mi sorguluyorsun!
+Peki dedi...
Biraz sonra iki yaratık belirdi. Bunlar Erumi ve Sakildi.
Vialon onlar gelince ayağı kalktı. Birbirlerine hışım ile baktılar.
Erumi ve Sakil bana doğru döndüler, dilim tutuldu.
Peygamber efendimizin yaptığı senetten aldığım hakla, sana emrediyorum. Onu serbest bırak dediler.
Vialon kaybetmiş bir ifade ile getirin dedi... Beni tahtın önüne getirdiler...
Oldu mu dedi Vialon.
İfritin hakkını da ver dediler.
Vialon istemeyerek de olsa, tamam manasında başını salladı.
İfrit çığlık çığlığa kendini yerlerde sürüklenirken, Erumi ve Sakil kollarından tuttular bunun.
Sen yargılandın hükmün idamdır dediler, hepsinin bedelini ödeyeceksin!