Beni koltuğa oturttular, bir süre sonra kendime geldim.
Odaya girdiğimde elimden düşen bardağın sesine gelmiş babam, hırsız falan mı girdi diye kontrol etmeye kalkmış, beni de odamın ışıkları açık pencereye doğru yürürken görünce ne yapıyor bu diye tutmuş.
Gördüklerimi, yaşadıklarımı anlatsam mı bilmiyorum, kararsızdım. Anlatmak da istiyordum, ama daha yeni taşındığımız, daha doğrusu onların çok isteyerek taşındığı bu köyde başıma kötü bir şeyler geldiğini söyleyip, onları bu köyden soğutmak da istemiyordum.
Sonuçta babam tüm emeklilik birikimini bu köydeki eve yatırmıştı. Hayvancılık falan yapmayı düşünüyor, evin önündeki küçük bahçeyi eker biçerim diye hevesleniyordu.
Hem belki de ben hayaller görüyordum, sadece gördüklerimin hepsi benim kendi kuruntularımdı belki de.
Bu düşüncelerle anlatmaktan vazgeçtim. Baba niye panik yaptın, sigara içmek için açıyordum pencereyi dedim.
Ne biliyim oğlum ruh gibi yürüyordum pencereye doğru, sanki bir şeye doğru gidiyor gibiydin dedi.
Yok, baba sen yanlış anlamışsın bir şeyim yok, sen birden elini omzuma atınca da panik oldum. Korkulacak bir şey yok, hadi siz yatın dedim.
Bir iki mırın kırın etseler de sonunda odalarına yatmaya gittiler. Bense odama gidip bu sefer harbiden bir sigara yaktım. Bir yandan da düşünüyorum; Allah'ım ben nasıl bir belaya bulaştım diye...
Bütün bu olanların sebebi neydi, yani sadece o mağaraya girmem mi sebep oldu bunlara. Ama Oğuzda girmişti o mağaraya.
Ya da belki yerde parlayan altını gördüğüm için olmuştu bunlar, o altını almayı istediğim için olmuştu belki de.
Gerçekten bu muydu nedeni acaba...
Bütün bunların nedeni çözmem gerekiyordu, yoksa bu kâbuslar, hayaller kafayı yememe sebep olacaktı.
Sonum kötü olacaktı bu gidişle. Aklımın bir köşesinde sürekli ormanların arasındaki o köy vardı, oraya gitmeliydim belki de, ne kaybedebilirdim ki...
Sabah olunca Oğuzla beraber hocaya gitmek için evden çıktım. Oğuzla yol boyunca neredeyse hiç konuşmamıştık. Neyse beni hocanın evine götürecek olan Oğuzdu, çünkü evinin nerde olduğunu o biliyordu.
Köyde dolaştığını, camiye falan gittiğini görmediğim için nerden hocanın evini bildiğini merak ettim, ama sormadım bunu, belki de o zaman önemsiz gördüğüm içindi.
Ama keşke sorsaymışım, ne açıklama yapardı hala merak ederim. Her neyse vardık hocanın evine, kapıyı çaldık.
Biraz sonra hoca kapıyı açtı; ince bir bıyığı olan kısa boylu şişman bir adamdı.
İlk önce Oğuza baktı, daha sonra bana bakıp hoş geldiniz dedi, içeri buyur etti bizi. Bizde hoş bulduk diyip içeri geçtik.
Girdiğimiz odada bir tane çekyat, tam çekyatın karşısında yerde de sedir vardı. Odanın duvarları açık bir yeşil renkti, fıstık yeşili gibi, ama daha cıvık ve çirkin bir renkti.
Biz iki kişi çekyata oturduk, hoca ise karşımızdaki sedire oturdu. Elindeki tespihini çekiyordu sürekli.
Ortamda anlık bir sessizlik oldu. Hoca bana dik dik baktıktan sonra, önüne oturmam için çağırdı. Dizlerimin üzerine çöktüm, tam hocanın önüne oturdum.
Hoca, bana bak dedi. Baktım hemen yüzüne, o da benim gözlerimin tam içine baktı uzun bir süre, sanki gözümün içinde bir şey arıyor gibiydi.
Arapça olduğunu tahmin ettiğim bir dilde, yüzüme bakarak bir şeyler okumaya başladı. Bir süre böyle okuduktan sonra durdu, ayağa kalktı ve odalardan birine gitti.
1 bıçak, iplik, 1 kalem, bakır bir kapta su, 1 tane makas, 1 parça deri getirdi diğer odadan.
Tekrar önüme oturdu. Kâğıda muhtemelen Arapça olduğunu tahmin ettiğim yazılar yazdı ve daha sonra belli bir düzende katladı ve bıçakla kesti.
Kesilen parçaları suyun için attı, eliyle karıştırdı ve suya doğru okumaya başladı.
Bir süre okuduktan sonra ıslanmış olan, ama parçalanıp dağılmayan kâğıtları cebinden çıkardığı derinin içine koydu ve muska şekline getirip dikti.
Muskayı bana verip, bunu sakın yanından ayırma her zaman yanında taşı dedi.
Daha sonra yanında duran makası aldı eline ve bana doğru baktı, eliyle kendi saçını işaret etti.
İlk başta ne demek istediğini anlamadığımı belirtircesine kafamı salladım. Saçından bir parça kes dedi, makası bana doğru uzattı.
Aldım hocanın elinden makası saçımın arka tarafından çok az bir kısmı kestim. Ne yapacağım şimdi onu dedim.
Ağzına at ve yut dedi.
Nasıl yutayım saçı hocam, saç bu bildiğin saç diyorum içimden... Benim bunları düşündüğümü biliyormuş gibi, yut dedi tekrardan.
Yapacak bir şey yok diyip ağzıma attım saçı.
Tamam, o muskayı sakın yanından ayırma, şimdi evine var git dedi.
Oğuzla beraber çıktık evden, bir iki boş muhabbetten sonra, herkes evine gitti.
Odama girer girmez bilgisayarı açtım. Kafam dağılsın diye youtube'dan bir müzik indirdim, bir de sigara yaktım.
Haritalardan bizim köyü açtım tekrardan, daha sonra mağaranın bulunduğu yere baktım. Aslında neden baktığımı bile bilmiyordum, belki de sadece kafam dağılsın istiyordum.
Mağaranın bulunduğu tepe ilginçti aslına bakarsanız. Çevresinde tamamen düz tarlalar vardı. Bu tarlaların ortasında sadece bu tepe duruyordu, sanki sonradan oraya insan eliyle yapılmış gibiydi.
Her neyse tepeyi de biraz inceledikten sonra, yüksekliği biraz daha arttırdım. Amacım daha önce de incelediğim yeri tekrar incelemekti.
Tepenin kuzeyinde ormanın içimde 20-30 haneden oluşan bir yer vardı. Nedensiz şekilde burası ilgimi çekiyordu. Neden ilgimi çektiğini soracak olursanız çok ilginç bir yerdi, çünkü size fotoğrafını atacağım o zaman ne demek istediğimi anlarsınız.
Daha da yakınlaştırmak istedim, ama çözünürlük çok düşüktü hiçbir şey anlaşılmıyordu.
O köyü daha yakından görmek için, köye gitmeye karar verdim. Belki de o tepe ve mağarayla ilgili bir şeyleri öğrenebilirdim onlardan.
Her şey o mağaraya gitmemle başlamıştı, çünkü ayrıca yolda benimle konuşan adam da oranın tekin bir yer olmadığını söylemişti.
Daha çok şey öğrenmeliydim orası hakkında, bu kadar şeyden sonra nasıl oraya gitmek istiyorsun diyebilirsiniz, o anki ruh hali bambaşka oluyor, belki de onların etkisi altında olunduğu içindir.