Sadık hoca ile beraber içeri geçtik, içeridekiler daha önceden tecrübeli olacaklar ki; yere bağdaş kurmuş bekliyorlardı.
Sadık hoca ben ve Erhan abi'yi de karşılarına yerleştirdi.
Bir kap içinde tütsü yaktı, türlü mumlar yaktı. Bizim kullandığımız sıradan mumlardan değildi bunlar.
Ayağı kalkıp ışığı kapattı. Önüne masa üzerinde hazır duran derin bir bakır kaptaki suyu aldı. Diğer elinde hangi ağaca ait olduğunu kestiredemediğim ince kabuklu ve taze bir dal parçası vardı.
Mumların üzerine kuma benzer bir tozdan, bir miktar döktü. Tuhaf ince dumanlar çıkarıyordu bu hareket. Kokusu yanık kıl kokusunu andırıyordu, belki bununla birlikte karışmış bir miktar baharat.
Dizilişimizi şu şekli ile anlatayım.
Ben ve Erhan abi sadık hocanın biraz gerisinde sağ ve sol yanında oturuyorduk. Karşımızda ise diğer müşteriler.
Mumlar öyle çepeçevre değil tam olarak hocanın önünde, tasın etrafını çevrelemiş bir halde. Mumlar o tuhaf cızırdama ile duman çıkardıkça, Erhan abi hafifçe dizi ile beni dürtüyor.
Sadık hoca göremeyecek bir konumda olmasına rağmen, aniden döndü ve Erhan abinin dizine hafifçe vurdu. şunu sabit tut!Bir müddet sessizlik oldu. Sadık hoca, Mümtaz abi ve Şeref bey gözlerini yere indirdiler. Biz Erhan abi ile nereye baksak telaşından böylece kurtulduk. Bizde gözlerimizi yere indirdik. Sadık hoca gür bir sesle, emredercesine seslendi !
Abdullah! Teea! (bu onun sesleniş biçimi ile yazıldı)
Bulunduğum coğrafya dolayısıyla az çok Arapça'ya aşinaydım. Abdullah gel demekti bu.15-20 saniye sonra sesini daha da yükselterek tekrar emretti.
- Abdullah! halilum! Teaaa! (Abdullah dostum içeri gel şeklinde çevirebiliriz sanırım. bende çok hakim değilim)Kapı açıldı ve aniden sertçe kapandı. Hızlı adımlarla yaklaşmakta olan Abdullah'tı. Hareketleri bir makine kıvamındaydı yine ama çok seriydi. Secde edercesine yere kapandı Sadık hoca'nın önünde.
Sadık hoca başına dokununca, bu kez de bir köpeğin yere oturuşu gibi bir konum aldı. Hırıltılar çıkararak Sadık hocaya odaklandı.
Sadık hoca ona bir şeyler söylüyordu, tüm hepsi Arapça'ydı. Kısa cümlelere karşı ya sükunetle ya da hırıltılı bir şekilde sesler çıkararak kafa sallıyordu Abdullah.
Hiçbir şey anlamadığım bu ortamda, ben neden buradayım ulan diye geçirdim içinden.
Korkmasına korkuyorum ama olağanüstü bir durum yok. Sıradan iki insanın danışıklı dövüşü gibi geliyor. Ben bir şeylerin havalanacağını, bir cin göreceğimi falan zannederken, karşımda sirk hayvanları gibi tuhaf hareketler yapan Abdullah ve şovun idaresini eline alan Sadık hoca var.
Yaklaşık bir beş dakika bu şekilde sürdü. Abdullah'ın kafasını Eşref bey'e doğru çevirdi.
Abdullah bir köpek gibi emekleyerek Eşref bey'in önüne yürüdü. Eşref bey Abdullah'ın yanaklarını sıkıp ağzını açarak, sert bir hamle ile ağzına tükürdü. Abdullah yeniden Sadık hoca'ya döndü.
Sadık hoca Abdullah'a Arapça sorular sormaya, cevabını alınca da; soruyu ve cevabı Türkçe'ye tercüme etmeye başladı.
Abdullah köpek hırlamasına benzer boğuk, fakat garip bir şekilde tizlikte barındıran bir tonla yanıtlar veriyordu.
- Eşref bey ihaleyi alması için ne kadar teklif vermeli Abdullah?
- X lira
- Peki bu işin içinde bir bilgi sızdırma olabilir mi başkalarına?
- Hayır
- Bu parayı verirse, kesinlikle alır mı?
- Falanca Y lira teklif verecek. O X lira verirse alır.
- Kesin mi ?
- EvetAynı işlemleri Mümtaz abi içinde tekrarladı. O da Abdullah'ın ağzına tükürdü. Onun hakkında da sorular ve cevaplar alındı.
- Mümtaz abinin mahkemesi olacak mı?
- Olacak
- Ne yapması lazım?
- X avukat çözecek.Hem eşref bey, hem mümtaz abi rahatlamış bir yüz ifadesine sahipti. işin sadık hocayı alakadar eder kısmına gelinmişti.
- Bunca hizmetin için bedeli ne olarak belirleyelim Abdullah? dedi Sadık hoca
Eşref Bey'in yüzüne baktı, Mümtaz abi'nin yüzüne baktı. Fısıldayarak bir şeyler söyledi Sadık hoca'ya. Sadık hoca onun başını okşadı köpek sever gibi
- Abilerim Abdullah size birer bedel belirledi, razı mısınız ?
Ne kadar diye sormadan, başları ile onay verdiler.Arapça bir şeyler söyledi Abdullah'a ve Abdullah ayağı kalkıp odadan çıktı. Sadık Hoca bakır tası Eşref bey'e uzattı. Eşref bey tasın içine baktı bir süre, kabulümdür dedi.
Mümtaz abi de aynı şekilde tasın içine baktı ve helali hoş olsun dedi.
O tasta ne gördüklerini bilmiyordum, ama onları ikna edecek bir şey olduğu kesindi.
Elindeki dalı tütsü gibi yakıp küllerini bu suyun içine döktü. Ardından tasın ağzını bir kapakla kapadı. Bir müddet hareketsiz önüne baktı. Ardından kalkıp ışıkları yaktı. Yaklaşık olarak geçen süre yarım saat kadardı.
Çaylar içildikten sonra Eşref bey bana artık müsaade hocam, yarın sabah helalleşiriz diyerek ayağa kalktı.
Sadık hoca iki elini birden tutarak, acelesi yok Eşref bey. Dilersen nihayetlenince de halledebiliriz diyerek ona yağ çekti.
Yok dedi Eşref abi kaşları kaldırarak, bugüne kadar yanıldığın hiç olmadı. Bu senin olmasa dahi, onların hakkı.
Mümtaz abide Eşref beyle beraber gitmeye niyetlendiyse de, sen biraz daha kal istersen abi dedi Sadık hoca.
Eşref beyi arabasına kadar uğurladılar. Erhan abi ile baş başa kaldık. Koridora çıktım merakla, koridorun ucunda iki oda vardı. İkisinin de ışığı yanmıyordu.
Erhan abi bulunduğu ortamdan fazlasıyla etkilenmiş gibiydi.
- Kardeşim bu Abdullah sence insan mı?
- Erhan abi şuan senin dahi gerçekliğinden emin değilim.
- Nasıl hırlıyordu gördün mü? Çocuğun ağzına tükürdüler.
- Şuuru yerinde adam para için bile numara yapsa kusardı be abi. Dayanamazdı bence.
- Bana pek insan gibi de gelmedi.
- Yani abi ?
- Evime gelin, onları görün vs. derken kastettiği bu eleman olmasın.
- Abi bunlar şekil değiştirebiliyor, fakat ne bileyim...
- Birazdan Sadık hoca gelince bize ne der sence ?
- Yol çizeceğiz dedi ya abi. Muhtemelen bize de onlara sunduğu gibi şartlar sunacakErhan abi bir sigara yaktı. Parmaklarını çekmeye, ayağını sallamaya başladı. Alnındaki teri sildi.