Sigarayı söndürdüm, kapattım balkonun kapısını. Takıntım vardı bu konuda, illa kapalı olacaktı kapı pencere yatarken.
Geçtim odama, eski bir laptopum vardı. Açtım onu aradım köyün adını Google'dan. Çok fazla sonuç bulamadı, bulunanlarda gezmeye başladım.
Hep eski içerikliydi haberler, gazete arşivlerinden falan sayfalar çıkıyordu önüme, geneli eski gazete kupürleri yani. ... Bölgesinde 2 köyü hastalık vurdu gibi bir haber vardı. Biraz değiştirerek veriyorum ifşa olmamak babında.
Tıkladım haber içeriğine, ... ilçesine bağlı ... ve ... köylerinde ... hastalığı baş gösterdi, son 3 ayda söz konusu köylerde toplam 450 den fazla kişi hayatını kaybetti, iki köyde de kalan aileler başka bölgelere göç etti, köyler kaderine terk edildi gibi bir haber vardı.
Köylerden fotolar vardı. Birisi dün kız istemeye gittiğimiz köydü, kesinlikle orasıydı, sadece daha yeşillik ve daha fazla kerpiç ev vardı, onun dışında tamamen aynıydı.
Ama nasıl olur bu, daha dün oraya gitmiştik ve orada yaşayan insanlar vardı. Habere göre de; terk edilmişti ve kimse yaşamıyordu.
İş daha da ilginçleşiyordu, heyecanla ve merakla diğer haberlere tıkladım bu köyle ilgili.
Başka bir sayfada, beni asıl şaşırtan fotoğraf çıktı karşıma. O günkü gördüğüm çobana çok benzeyen eski bir fotoydu, dikkatle bakınca kesinlikle emindim, resimdeki dün gece gördüğümüz çobandı bu...
Hastalıkla ilgili bir gazeteci söz konusu çoban ile röportaj yapmıştı -gazetenin tarihi 1983- lakin çobanın yüzü bugünkü çobanın yüzünün aynısıydı...
Nasıl oluyordu bu? Onlarca yıl geçmesine rağmen bu adam aynı gazetedeki yüz ile karşımdaydı. Yaşlanması, saçlarının beyazlaşması falan gerekmiyor muydu?
Bir ürperme geldi içime, ama devam ettim okumaya.
Çoban diyordu ki, hastalıktan değil bu olanlar. Onlar sapkındı, hastalık devletin uydurması. Onlar hırsları uğruna büyük belalara bulaştılar, hiçbiri hastalıktan ölmedi, ölmelerinin sebebi başkadır... Kaçanları da er geç ölecektir diye konuşmuş gazeteye.
Sadece bir kaynakta bu röportaj yayınlanmıştı, diğerleri hep hastalık olarak vermişti haberi.
Röportajın altında gazetecinin adını buldum, onu da İnternet'ten arattım, 2 sene önce hayatını kaybetmişti.
Düşündüm taşındım biraz, diğer haberlere de göz gezdirince hemen hemen hepsinin aynı içerik olduğunu gördüm ve sabah köyün o civarına tekrar gidip, o çobanı bulmaya karar verdim.
Sonra yattım uyudum, saat zaten 4:30' a geliyordu. Az bir uykuyla aileme de haber vermeden sabah erkenden köye doğru yola çıktım.
Kafam çok garip bir haldeydi, bu kadar tuhaf şeyin arasında kısılıp kalmıştım. Ailem hipnoz olmuş gibiydi sanki dün, sadece ben olayların tuhaflığını net olarak görüyordum.
Açtım radyoyu kafam dağılsın diye, kah söyleyerek kah sadece dinleyerek dünkü çobanı gördüğümüz yere kadar geldim.
Sürü de orada yoktu, çobanda. Daldım ormana, hammatşeri tepesinin dibine park ettim arabayı. Çıktım yine istasyonların olduğu yere, yaktım sigaramı köye bakıyorum, -şuan ki aklım olsa bırakın o tepeye çıkmayı, o köyün 100 km yakınından geçmezdim- ama o psikolojide olmadığınız için anlamanızı beklemiyorum, yani şuan hala devam etse de olaylar, o dönem ki kadar yok ve daha sağlıklı düşünebiliyorum.
Tek başıma nasıl bir cesaretmiş anlamak güç, ama dediğim gibi o dönem psikolojim çok tuhaftı, sigaram elimde öküzün trene baktığı gibi köyü izliyorum.
Hiçbir halt olsa ya, kıpırtı dahi yok, mal gibi oturdum izledim bir saat boyunca köyü.
Hiçbir yaşam belirtisi olmaz mı köyde, yine tüm perdeler, güneşlikler, kapılar ve pencereler kapalıydı, hiçbir hareket yoktu anlayacağınız köyde.
Yok dedim gideyim bari, indim tepeden atladım arabaya, çıktım orman yolundan sürmeye başladım.
Az ileride, dünkü yere yakın bir bölgede çobanla sürüsünü gördüm.
Aha dedim aradığım adam, durdurdum arabayı koştum yanına, çoban emmi çoban emmi diye deli gibi bağırıyorum.
Yanına yaklaşınca gördüm ki, bu o çoban, dünkü çoban değil. Ama sürü aynı sürü gibi, fakat bu kez köpek var sürüde.
Selamun aleyküm dedim.
Aleyküm selam dedi.
Aha dedim normal bir insan bu çoban emmi...
Dur çoban emmi dur iki soluklanayım, dedim oturdum dibine. Sonra konuşmaya başladım.
Emmi dedim, dün gece bu davarı başkası güdüyordu, yanlarında köpekte yoktu, sen değil miydin?
Ah oğlum sorma, bir musibet dadandı başıma, yediğim ekmekten tat alamaz oldum.
Hayırdır ne musibeti.
Benim sürüyü gece ahırdan alıp otlatan bir şerli varlık dadandı oğlum, her gece gelir ahırdan benim sürüyü alır gece boyunca dağ tepe gezdirir sonra bu civara bırakır gider, sabah ben gelir bu civardan sürüyü toplar giderim. Dedi.
Ben şok olmuş halde dinliyordum çobanı, gayet normal bir olay gibi anlatıyordu, adama ne diyebilirdim ki o anda.
Adama deli desem, dün gece aynı sürüyü kendim gördüm ve başkası güdüyordu, hem de gecenin yarısında.
O zaman bende mi deliydim, bende çobana ayak uydurup sorularıma devam ettim.
Çoban emmi bu civarı iyi bilir misin? Diye sordum.
Doğma büyüme bu civardanım, aha şu tepenin arkasında bir tepe daha var, onun ardında köyüm dedi.
Yani 2 tepe arkadaydı köyü, bahsettiği köy bizim kız istediğimiz tuhaf köy değildi, muhtemelen normal bir köydendi.
Emmim dedim derdime sen derman olursun. Şaşkın bir ifade ile bana bakıyordu çoban, anlat hele yeğenim ne bu paniğin...
Bu sefer de çoban benden tırsmıştı galiba, itin ürümeyip kervanın geçmediği yerde koşa koşa ona gelen bir adamdım sonuçta, tırstıysa da haklıydı.
Emmi kusuruma bakma dün gördüklerimi görsen bu halime hak verirdin.
Yüzüme bakıyordu anlat dercesine, şu tepenin arkasında bir köy var bilir misin? ... diyorlar ismine.
Ses etmedi dik dik bana bakmaya başladı, belli ki fazlasıyla ilgisini çekmişti söyleyeceklerim. Zira köyün adını duyunca dikkati çok daha fazla arttı.
Tuhafıma giden mevzuysa, adamın davarını şerli varlık götürüyor bunu normalmiş gibi anlatıyor, ama o köyün adını anınca rengi soldu ağzımdan çıkacak kelimelere odaklandı.
Benim bekâr bir dayım var, oradan iyi bir kız bulmuşlar biz de dün ikindi vakti oraya bu kızı istemeye gittik.
Hiçbir şey söylemeden dinliyordu, köy çok tuhaftı yaşam emaresi yoktu kapılar pencereler kapalıydı. Köyün sokaklarında kimse yoktu, kedi köpek bile yoktu dedim.
Oğlum yeter bu kadar, ben anladım anlayacağımı, duydum duyacağımı. Benim davarı gütmem gerekiyor.
Dediğim gibi 2 tepe arkasında benim köyüm var, ... derler, arabana bin anayola çıkıp yol boyu 2 büyük tepeyi aşınca oradaki toprak yola sap, tabela falan görmezsin 1 saati bulmadan orada olursun.
Orada kahveye git, hocayı sor, o sana yardım edecek. Burada durman ne sana fayda, ne bana fayda verir. Aksine sana zarar verir, bana şer. Hadi oğlum var git yoluna dedi.
Arkasını dönüp uzaklaştı benden.