Adamların karısı kızı çarşaflıydı, ama evlerinde domuz başı asılı. Köyde cami yok, nasıl bir yerdi burası?
Hepimiz sessiz sessiz oturuyorduk. Ben ve ailem şaşırmanın verdiği etkiyle sessizdik, lakin karşımızdakiler neden dilsiz gibi duruyordu, anlamadım.
Baktım bunların ne içersiniz, aç mısınız falan diye soracağı yok, telefonla uğraşayım dedim. Elimi cebime attım telefon arabada kalmış, ''ben bir arabaya gidip telefonumu alayım Basri amca'' dedim.
Hiçbir şey demedi. Kalktım çıktım evden, arabaya doğru giderken ilk kapısını çaldığımız evin penceresinden kapıyı açan çocuk bana bakıyordu.
Arabadan telefonu aldım, sonra baktım çocuğa, böyle karşılıklı iki düşman gibi bakışıyorduk.
Pencere kapalıydı, camın arkasından bakıyordu bana.
Sonra, o mimiksiz velet gülmeye başladı, ama bu öyle şirin bir çocuk gülmesi gibi değil, tüyleri diken diken eden nefret dolu bir gülüş. Bana bakıp gülüyordu, inanılmaz derecede rahatsız ediciydi.
Birden gülmeyi bıraktı, arkasında iki el belirdi, yetişkin eliydi bunlar, vücudu perdenin arkasındaydı sadece elleri gözüküyordu, çocuğun boynunu sıkıyordu, çocuk resmen boğuluyordu.
Sonra hareketsizleşti, gözleri dönmüştü, ağzı açık bir şekilde geriye düştü. Boğularak ölmüş gibiydi.
Ananı avradını diyerek koştum Basri'nin evine, bağıra bağıra ''Basri amca çocuğu boğuyorlar Basri amca koş...''
Basri amca hızlıca yerinden kalktı, ''hangi ev göster'' dedi.
Koştuk evin önüne doğru, pencerenin perdesi çekiliydi. Kapıyı çaldık, o da ne biraz önce öldüğünü net olarak gördüğüm çocuk açtı kapıyı.
Basri amca bana baktı, bu çocuk muydu dedi.
Evet bu çocuktu, az evvel birisi boğuyordu bu çocuğu dedim.
İşte çocuk burada sapasağlam gördüğün gibi duruyor dedi.
Nasıl olur, biraz önce çocuğu boğdular, gözümle gördüm dedim.
Köyün havası çarpmıştır yeğenim seni, hayal görmüşsündür dedi.
Hayal falan değildi gördüklerim, bildiğin mala bağlar vaziyette girdik Basri'nin evine. Benim gözlerim kocaman olmuş önüme bakıyordum, dayımın sesiyle irkildim kendine gel oğlum hayaldi işte erkek adamsın dedi.
Kafamı iyiyim der gibi salladım.
Telefonu çıkardım çekmiyordu, Laf açmak maksadıyla kızın babasına dönüp, Basri amca burada telefon çekmiyor sanırım dedim.
Köyün arka kısmında hammatşeri tepesi denilen bir yer var belki görmüşsündür yolda sol tarafınızda kalıyordu.
Oraya gelip istasyon kurdular 3 sene evvel, ama kısa süre sonra yıkıldı, tekrar geldiler tekrar kurdular yine yıkıldı, ondan sonra da uğraşmadılar bir daha, yani burada hat çekmez dedi.
Tepeyi anımsayamadım, ama başka bir soru sordum Basriye. Araba falan da görmedik hiç dedim.
Bizim köyde vasıta kimseye lazım olmaz, her türlü ihtiyacımızı kendimiz yaparız, biz bu halimizden memnunuz dedi.
Nasıl yani dedim içimden. Adam deli gibi konuşuyordu, kafası kırıktı sanırım... İnsanın hastane ihtiyacı olur, köyde bulunmayan bir eşyaya ihtiyacı olur. Bu insanlar bildiğin yüzyıllar öncesinde kalmıştı.
Kızla anası ayakta dikilmeye devam ediyordu, anneannem kadına dönüp ayakta niye bekliyorsunuz oturun kızım dedi.
Cevap vermediler. Basri onların yerine konuşmaya başladı, bizim adetlerimize göre kadın kısmı konuşmaz, onların dilleri de erleridir, ağızları da dedi.
Yani bildiğin saksı gibiydi kadınlar o köyde, hepimiz rahatsız olmuştuk bu tuhaf köyden.
Bu sefer annem adama dönüp, kızınızın gül yüzünü bir görelim dedi, muhtemelen amacı kızı görüp geri dönmekti şehrimize. O da sevmemişti belli ki köyü ve adamın tuhaf konuşmalarını.
Kızın yüzü dahi çarşaflı idi, gözleri açıktı ama sürekli yere baktığından mütevellit, sadece bir gölge gibiydi.
Yani kız güzel mi çirkin mi hiçbir şey belli değildi, sadece boylu poslu olduğu anlaşılıyordu çarşafın üstünden.
Bu arada akşam oluyordu yavaş yavaş, adam yan odada görün dedi kızına.
Annem, anneannem, kız ve kızın annesi yan odaya geçip kapıyı kapattılar, kısa süre sonra kızın yüzünü görüp geldiler.
Anneannemin yüzünde güller açıyordu, ben bize müsaade demesini beklerken dayımla bize bakıp, oldu bu iş dercesine işaret etti.
Kızı çok beğenmiş gibi bir hali vardı, bütün tuhaflıklar unutulmuştu birden bire, aile büyüğü olarak anneannem hiç uzatmadan kızı istedi. Adam duraksadı, diyeceklerime iyi kulak verin dedi.
Ve anlatmaya başladı.
Şimdi gidin 3 çarşamba sonra geri gelin, düğün köyde kurulacak, düğüne sadece köy ahalisi katılacak. Yanınızda kimse gelmesin sadece dördünüz gelip düğünü yapın.
Gerdeğe köyde girilecek, ertesi sabah kızı alıp kendi şehrinize gidebilirsiniz. Dedi.
Tamı tamına bunlar olacak adetlerimiz budur dedi.
Şaşkın şaşkın birbirimize baktık dayımla, ne zırvalıyordu bu herif nasıl adetlerdi bunlar?
Biz karşı çıkmasını beklerken anneannem ''her şey kabul'' dedi.
Hayır onca akraba eş dost vardı bizim, sadece köydeki tanımadığımız ahali ile ne düğünüydü bu.
Anneanneme baktım, nasıl kabul etmişti böyle bir şeyi, hayret etmiştim.
Adamın istekleri kabul edilebilecek şeyler değildi, anneannem kızı nasıl beğendiyse hipnoz olmuş gibi her şeye kabul dedi ve kestirip attı. Bize de söz düşmezdi...
Köyden ayrıldık, 3 hafta sonraki çarşamba gelmek üzere şehrimize doğru yola koyulduk.
Hava kararmıştı, ama etrafta cami olmadığından ezan duyamadık, tekrardan geldiğimiz orman yoluna girdik.
Orman girişinde aklıma direk hammatşeri tepesi geldi. Ağır ağır kullanıyorum arabayı, bir yandan bakarak gidiyorum etrafıma, amacım tepeyi kaçırmamaktı.
Birazcık gidince tepeyi görmüştüm sonunda, küçük bir tepeydi, Basri'nin dediği gibi devrilmiş baz istasyonları vardı üstünde, oradan tanıdım zaten, etrafta başka büyüklü küçüklü tepeler de vardı.
Dayı iki dakika müsaade bana.
Nereye oğlum gece gece dedi.
Şu istasyonları merak ettim bir bakıp geleyim dedim.
Deli misin oğlum sen gecenin bu saatinde. Ne istasyonu, daha 3 saatlik yolumuz var falan dedi.
Dayı merak işte aklımda kalacak bakmazsam, 10 dakika sürmez hemen geleceğim dedim.
Tamam çabuk ol dediler her bir ağızdan...