Kendime gelmem bayağı bir sürdü. Cinlerin kavgalarına şahit olmuştum biraz önce. Önceleri, cinlere bile tam manasıyla inanmazdım.
Ama şimdi, biri beni seviyor ve kıskanıyor, hiç kimseyle görüşmemi istemiyor, görüştüğüm anda cezalandırmakla tehdit ediyor. Başka bir cin grubu da, beni ondan koruyordu.
Yavaş yavaş yerden kalktım, kendime gelmeye çalıştım. İçimden bir ses, o varlıkların bana bu akşam bir daha yaklaşamayacağını söylüyordu. Bunu söyleyen, içindeki ses değil, beni kurtaran cinden başkası değildi.
Hemen Mustafa hocayı aradım, kısaca durumu özetledim.
Araba hala çalışmıyordu, mecbur olarak toprak yoldan geri ana yola doğru yürümeye başladım. 20-25 dakika sonra, yine Mustafa hocayı aradım, ana yola geldim dedim.
O da, geliyorum bekle dedi. 5 dakika kadar sonra uzaktan bir traktör geldi. Mustafa hoca ve bir köylü traktörle geliyordu.
Traktöre binip arabanın yanına gittik, halatlarla arabayı bağlayıp hocanın köyüne kadar çektik. Köylüye bir şey anlatmadım araç arızası ile ilgili. Köylü amcaya teşekkür edip para vermek istedim, ama kesinlikle kabul etmedi.
Eve girince hocaya her şeyi anlattım. Allah darda kalan kuluna yardım eder elbet, dedi.
Hocayla oturduk konuştuk, yarın inşallah ritüeli yapacağız, her şeyi hazırladım, dedi.
Tamam hocam, peki nasıl yapacağız, ya başarısız olursak, dedim.
Öncelikle gözden uzak bir yere gideceğiz. Issız bir yer olması lazım, orada gerekli ritüeli yapıp cini çağıracağız, sonra onu hapsedip gömeceğiz, dedi.
Neye hapsedeceğiz hocam, bu kadar basit mi, dedim.
Değil tabi ki, dedi. Bana değişik desenli, ağzı kapalı, toprak bir küp gösterdi. Üzerinde deriden yapılma bir bez vardı. Üzerinde Arapça şekiller ve harfler çiziliydi.
Mustafa hoca, inşallah kazasız belasız halledeceğiz, dedi.
İnşallah hocam, dedim.
Biraz korkmaya başlamıştım. İlk defa, boyumdan büyük, hatta çok büyük ve dönüşü olmayan bir işe girişecektim. Ellerim titriyor, konuşurken sesim kısılıyordu.
Benim korkmamam gerekirdi, çünkü korkarsam enerjim düşer, cinlere kolay lokma olurdum. Enerjimden dolayı seven cin, enerjim azalınca beni sevmez, bir anda öldürmeye kalkardı.
Korktuğumu anlayan hoca, beni rahatlatmak için, açmasın dedi.
Vallahi açım hocam, dedim. Hocayla beraber yemek hazırladık. Yemeği yedikten sonra, çay içip muhabbet ettik. Gece yarısına doğru yatsıyı kılıp yattık.
Gece sakin geçti. Sabah yine hocayla beraber namazı kıldık ve kahvaltı ettik. Sonra çıkıp çamlığa gittik, biraz oturduk. Daha sonra kalkıp köyün içini gezdik. Bu arada hoca bir mektup daha yazıp yanımıza almıştı.
Öğlene doğru, önce camide namazı kıldık, sonra kahveye gittik. Sohbet muhabbetten sonra, dün akşam ki köylü geldi. Arabayı ne yaptığımı sordu. Bir arkadaşımın jipi var gelip çekecek, dedim.
Kahvede biraz oturduktan sonra, 3 gibi eve döndük yemek yeyip ikindi kıldık. Akşamı beklemeye başladık, bir yandan da, ritüelde kullanacağımız eşyaları hazırlıyorduk.
Hocam, gece gece yapmasak bu işi olmaz mı, dedim.
Olmaz, gündüz onları bulamazsın, onlar uykularını gündüz uyurlar dedi.
Evet, dikkat ettiyseniz bu varlık hep bana ya gece yada akşam üzeri geliyordu.
Neyse akşama kadar evde takıldık. Akşam namazından sonra yemek yedik çay içtik, muhabbet ettik.
Saat gece 11 gibi, hoca elinde 2 tane büyük torba ile geldi. Hani şu köylerde bulunan heybeler olur ya, çobanların kullandığı, işte öyle torbalar.
Torbalardan birini aldım, diğer elime de küpü aldım. Üzerinde ki deriyi katlayıp, torbaya koydum.
Hocayla yayan çıktık yola, çamlığı geldik. Ağaçların seyrekleştiği bir yerde, büyükçe bir çam ağacının dibinde durduk. Çevresinde başka bir ağaç yoktu. Ağaç ve az otlu çorak bir zemin.
Elimde fener vardı, ama o kadar karanlıktı ki, 1 metre önümü ancak görebiliyordum.
Hoca iki tane heybeyi açtı. İçinden bir kapalı kutu -enfiye kutuları gibi- çıkardı. Birçok adet, mum bir bıçak, orta boy ince uzun bir ayna çıkardı. Dikkat ettim, aynanın boyutu küpten kısaydı.
Diğer çuvaldan ise, orta büyüklükte taşlar çıktı. Bazıları yumruk kadar, bazıları daha ufak 20-25 taş. Neyse hoca bu taşları oval bir şekilde dizdi.
En dışına da, enfiye kutusundan daha öncede kullandığı, beyaz tozdan geniş bir çember yaptı. Sonra taştan şeklin içine girdik. Aynanın arkasında büyükçe bir taş koyup dayadık. Yarı yatıktı ayna.
Hoca mumları yakıp taşların arasına sıkıştırdı, toprağa gömdü ki sabit kalsın. Daha sonra hoca, küpü al yanıma gel dedi.
Aldım yanına geldim. Deriyi getir dedi. Poşetten onu aldım. Daha sonra, sen arkamda dur ve ben bir şey diyene kadar, hiç bir şey yapma dedi.
Hoca Arapça dualar okumaya başladı. Bir anda geçen sefer olan şey oldu. Mumların alevi rüzgâr varmış gibi sallanmaya başladı, o akşam da zerre rüzgâr esmiyordu.
Aynada, olağan dışı gölgeler oluşmaya başladı.
Hoca, bıçağı al yanıma gel dedi. Yerden bir taş aldı ve hemen önümüze koydu.
Ben yanına gelince, bıçağı elimden alıp, elimi tuttu ve derin olmayan bir kesik attı, kan damlıyordu.
Canım acısa da bir şey yapmadım, bu işin kanunu buydu. Kan, insanların yaşamları için en mühim bir dokuydu; cinler içinse, insanların zihnini yormak için seyahat ettikleri bir nehir.
Elimi taşın üstüne yaklaştırdı, damlayan kanlar, taşın üstüne damlamaya başladı.
10-15 tane kan damlasından sonra, elimi bir bezle sarıp, tamam yan tarafa geç, dedi.
Yan tarafa geçtim. Hoca Arapça konuşmaya başladı. Bir anda aynadaki görüntü netleşti. Gelmişti, ona içimde dizginleyemediğim korku ve öfkeyle bakıyordum.
Fakat sadece ona değil. Bir şey beni, hocaya karşıda körüklüyordu. Hem cine, hem de hocaya sinir oluyordum.