Oradan uzaklaştığımıza iyice emin olduktan sonra, koşar adımlarla giderken Oğuza sordum; kardeşim onlar neydi, niye böyle kaçtık onlardan dedim.
Onlar, ormandaki tekinsiz varlıklardır, adını anmayalım. Normal bir insanın bunlardan görmesi zordur.
Tekinsiz varlık derken ne demek istiyorsun oğlum, gizemli gizemli konuşma dedim.
Biraz düşünüp yutkunduktan sonra, yüzüme doğru bakıp, onlar tekinsiz varlıklar işte, daha neyini anlamadın, isimlerini andırma bana dedi.
Kardeşim beni korkutmaya çalışma lütfen dedim.
Yok, korkutmaya çalışmıyorum, aksine seni kurtardım, eğer onlar bizi fark etselerdi, işte o zaman korkmak nedir görürdün.
Şimdi hemen eve gitmeliyiz, karanlık olmak üzere. Karanlıkta buralarda olmak istemezsin, hele o gördüklerimizden sonra değil mi?
Bizim evin önüne geldiğimizde, sana öğrettiğim duayı hatırlıyorsun dimi dedi.
Evet dedim.
Eve girmeden 3 kere, evde ise 3 kere oku. Ve okurken karanlıkta ol, O dua seni korur dedi.
Tamam, görüşürüz sonra dedim. Elini sıkmak için elimi uzattım, ama avucunun içi kesilmişti.
Ne oldu Oğuz eline dedim.
Çömelerek yürürken elimi diken kesti dedi.
Fazla üstünde durmadım. Ayrılıp eve geçtim.
Eve geçtiğimde bizimkiler yemek yiyorlarmış; Annem, neredeydin oğlum dedi.
Oğuzla geziyorduk anne dedim.
Gel yemek ye sende dedi.
Yok, pek aç değilim dedim, sonra odama geçtim.
Hemen bir sigara yaktım, arada kara çarşaflılar aklıma geliyordu.
Arkaları dönüktü, nedensizce yüzlerini merak ediyordum, ama bir yandan da onları kafamdan atmaya çalışıyordum.
Birazda bunun korkusuyla ışığı kapatmadım, normalde bilgisayarda takılırken ışıkları kapatırdım.
Bilgisayarın başına geçtim, İnternet'te gezinmeye başladım, bir de youtube'dan bir müzik açtım. Ne kadar süre geçti bilmiyorum, akşamüstü yaşadığım olayı atlatmış gibiydim, en azından düşünmüyordum.
Müziği kapadığımda garip bir şey fark ettim, o derin nefes alış veriş seslerini hala duyuyordum.
Acaba benden mi geliyor diye kontrol etmek için nefesimi tuttum. Hayır, o derin nefes sesi devam ediyordu. Ses çok yakınımdan geliyordu, sanki kafamın dibindeydi.
Panikle sandalyeden kalktım. Etrafa iyice baktım, görünürde bir şey yoktu.
Tekrar nefesimi tuttum, bu sefer nefes sesi duymadım. Herhalde ben yanlış duydum, yada bilgisayarda açık kalan bir linkten geldi diye düşündüm.
Ama odada duramadım. Bilgisayarı da aldım salona, annemlerin yanına geçtim.
Böyle salonda bir kaç dakika bilgisayarda takılmaya çalıştım, ama bir sıkıntı basmıştı beni, evde duramıyordum, aklım o mağarada ve ağaca sabit bir şekilde bakan siyah çarşaflılardaydı.
Ben dışarı çıkıyorum tekrar dedim annemlere. Nereye demelerine fırsat vermeden çıktım dışarı. Hemen sigaramı yaktım, sonra Oğuzu aradım telefonla.
Birader içim sıkılıyor, neden olabilir dedim.
O mağarayı tekrar görmek istiyorsun değil mi dedi.
Evet, dedim hemen.
Tamam, yanıma el fenerini de alıp geliyorum dedi.
İçim içime sığmıyordu, o mağaraya tekrar gitmek istiyordum.
Biraz sonra Oğuz geldi. Gerçekten gitmek istiyor musun oraya, benim gördüklerimi sende görmek istiyor musun dedi.
Evet dedim sadece.
O an, sen ne gördün ki, bana neden hiç anlatmadın daha önce, demek aklımın ucundan bile geçmedi.
Gecenin karanlığını sadece el fenerinin cılız ışığı aydınlatıyordu.
Çam ağaçlarının arasından geçtik ve tarlaların ortasında yükselen o tepeye vardık. Bu sefer yılan korkusu falan olmadan sararmış otların arasına daldım.
Mağaradan içeri atladım, Oğuzda hemen peşimden atladı.
Ben tekrardan o delikten içeri bakmak için hareketlenmek üzereyken, Oğuz kolumu tuttu.
Gerçekten emin misin bunu yapmak istediğinden dedi.
Evet dedim, kendimi alıkoyamıyordum, çünkü orada beni çağıran bir şeyler vardı.
O zaman sana öğrettiğim duayı tekrar 3 kere oku. Sana şerli varlıklar dokunamasın yanına dahi yaklaşamasın dedi.
Sana öğrettiğim dualar koruyucu dualardır.
Tekrar okumak üzereydim ki, Oğuz'un elindeki el feneri ışık vermeyi kesti, karanlıkta kaldık.