Çıktık falcı kadının evinden. Düşüncelerimi toparlamaya çalışıyorum, ama toparlayamıyorum bir türlü...
Böyle bir şey başınıza gelse, siz ne hissederdiniz ki?
Yaktım bir sigara, yola çıktık Berkay'ın arabasıyla.
Benim soyumdan kime musallat olmuşlardı. O anda aklımda bir kıvılcım çaktı resmen. Cenazeye gittiğim günü hatırladım, ilk kez orada görmüştüm çarşaflı kadınları...
Ninemin evinde, antrede, ayakta, yüzü eğik şekilde beklerlerken, cenazeyi dışarı çıkarmaya çalışırlarken... Kimse onlar varmış gibi davranmıyordu.
Keza mezarlıkta da öyleydi.
Bütün bunların ninemle bir ilgisi var mıydı gerçekten, yoksa ben mi kafamda kuruyordum bunları, ama ninemin ölmesinin hemen ardından bunların olmasının bir anlamı olmalıydı.
Onun musallatı benim üzerime mi bulaşmıştı yoksa.
Beynimde binlerce soru vardı, bunların cevabını bulmadan duramayacaktım.
Berkay'a, beni otogara bırak, memlekete döneceğim, evdekilere bütün olanları anlatmam lazım, dedim.
Falcı kadının dediklerini hatırlattı, kimseye anlatmaman gerekiyor falan dedi. Ama onu dinlemedim bile, bindim en yakın zamanda memlekete giden otobüse, sabaha karşı eve vardım.
Sabahın ilk ışıklarıydı, köy yeni aydınlatmaya başlamıştı. Birkaç gün önceyi düşündüm, cenaze için geldiğimde ne kadar normal bir hayatım olduğunu, şimdiyse nasıl bir hayatın içine girdiğimi.
Ninemin evinin önünde durduğumda ise tüm bu düşüncelerden arındım. Her şeyin başladığı yer burasıydı, ilk önce evi dışarıdan bir süre inceledim; hem havanın aydınlanması, hem de meraktan dolayı içeri girmeye karar verdim.
Havanın aydınlanması cesaret veriyordu en azından. Kapıya baktım kilitli değildi, açıktı. Babam niye kilitlememiş ki bu kapıyı dedim, ama üzerinde fazla da durmadım, içeriye girdim.
Düzenliydi içerisi, duvardaki fotoğraflara baktım hiçbir anormallik yoktu. Ninemin eşyalarını sakladığı yüklük vardır, bilenler bilir genelde eski evlerde olur, o anda aklıma oraya bakmak geldi.
Yanına gidip açtım kapağı. Yorganlar vardı üst üste dizili, aralarına elimi soktum bir şey bulabilir miyim diye, fakat bulamadım.
Bu böyle olmayacak diye yorganların döşeklerin hepsini indirdim, bir çarşafa sarılmış halde metal bir kutu buldum, hemen açtım içini.
Fotoğraflar vardı içinde. En baştaki fotoğrafı elime aldım, dedem ve ninemin fotoğrafıydı bu, bu evde çekilmiş bir fotoğraftı, çekyatta yan yana oturmuş gülümseyerek poz vermişlerdi. Ah bir de gerçek suratları olsaydı.
Size o an yaşadığım korkuyu tarif edemem, fotoğraftaki gülümseyen yüzlerin korkunçluğu, tarif edilemeyecek kadar kötüydü. Korku ve dehşet duyup hemen fotoğrafı olduğu yere bıraktım, evden çıkmak istiyordum sadece.
Kapıya yöneldim açmaya çalıştım, fakat açılmadı. Arkamı döndüm, arkamda onlar vardı.
Dedem ve ninem, karşımdaki çekyatta oturmuş bana doğru bakıyorlardı. Fotoğrafta olduğu gibi aynı şekilde, ama karşımdakiler gerçekti, fotoğraf karesi değillerdi.
''Sette kül lehü cinniah'' dedi ikisi birden, yüzleri daha da iğrenç ve korkunç oluyordu.
Elleriyle pencereyi işaret ediyorlardı, ''sette kül lehü cinniah'' derlerken pencerenin tarafını işaret ediyorlardı.
Kafamı pencereden tarafa çevirdim, 4 çarşaflı kadın pencerenin dibindelerdi, yine aynı şekilde yüzleri yere eğikti.
Kafamı tekrar ninem ve dedemin olduğu yöne çevirdim, çekyatta oturmuyorlardı, önümdelerdi. O korkunç yüzleriyle sadece birkaç santim uzağımdalardı, nefeslerini hissedebiliyorum.
Sonra otobüsün kasiste sarsılmasıyla uyandım, bu güne kadar gördüğüm en kötü kâbusu o an görmüştüm.
Yanımdaki sudan bir yudum içtim, boğazım yanıyordu resmen.
Neyse indim otobüsten geldim köye, ninemin evinin önünde bir kalabalık toplanmıştı, bazıları sandalyede oturmuş, bazıları da ayakta bekliyordu.
Ayrıca duaya benzer sesler geliyordu kalabalığın toplandığı yerden, bu Arapça sesler korku duymama sebep olmuştu, ama bu seslere kulak kabartınca çarşaflı kadınların söyledikleriyle aynı olmadığını fark ettim, bu bir nebze de olsa içimi ferahlattı, bu ferahlamayla kalabalığa doğru yaklaşınca, bunların mevlit için toplandığını anladım, hoca elinde mikrofon, mevlit okuyordu.
Ben de bir köşeye oturdum, aileme yaşadıklarımı anlatmak için mevlidin bitmesini, milletin dağılmasını bekliyorum.
Neyse hoca okumasını bitirdi, millet yavaş yavaş kalkıyordu. Buna müteakiben benim yanımdaki sandalyelerde oturan dayılar kendi aralarında konuşmaya başladı.
İlk başta konuştukları ilgimi çekmedi, ama daha sonra dikkat kesilmemi sağlayacak şeyler konuştular.
Şöyle diyordu yaşlı dayının biri "Allah affetsin arkasından dua okuyoruz, ama günahları büyüktü, büyük oğlunun ilk karısına büyü yaptırıp, ayırdı derlerdi, ne kadar doğru bilinmez, ama olan laf budur dedi. Onu dinleyen dayılarda, doğru doğru diye onayladı.
Konuştuklarının doğru muydu gerçekten, yoksa sadece birer dedikodu muydu, ama ateş olmayan yerden duman çıkmazdı.
Amcamın eski karısı kimdi, bugüne kadar amcamın ayrıldığını kimseden işitmemiştim, bir şeyler saklanmaya mı çalışılmıştı yoksa.