Hocam yalvarırım gidelim, burada durursak sonumuz iyi değil dedim.
Oğlum, eğer bu çemberden çıkarsak, hemen çıktığımız an çarparlar. Sakın oğlum, sakın delice bir şey yapmaya kalkışma dedi.
Şarjım bitmişti tamamen, sadece ayın ışığı ile görebiliyorduk birbirimizi ve etrafı. Hocam ara vermeden okuyordu, yaşına göre dirençliydi, ben genç yaşımda dahi tıkanırdım onun gibi durmadan okusam...
Şimdi etrafında ne görürsen gör, seni kim çağırırsa çağırsın, sakın aldırış etme. Unutma, şuan bir kâbusu gerçek hayatta yaşıyoruz.
Nasıl ki rüyalarda ve kâbuslarda, gerçek hayatta olmayacak birçok şey, mümkün hale geliyorsa ve bizzat yaşıyorsan. Şuan bulunduğumuz bölge kâbusun ta kendisi, kâbuslarındaki her şey burada gerçeğe dönüşür oğlum dedi.
Gözlerim sonuna kadar açıktı, sessiz ve korku dolu bir şekilde hocamı dinliyordum, dinledikçe umudum kayboluyor, pes etme noktasına geliyordum.
Şimdi ben okumaya devam edeceğim, sen otur ve sakın etrafına bakma, dayanamayıp bakarsan dahi gitme, eğer gidersen ben bile bir şey yapamam, o sebeple bakma bile etrafına dedi.
Hocam okumaya başladı, ben de dediği gibi oturur vaziyette yere bakıyordum, etrafıma bakmamaya gayret ediyordum.
Birden hocamın sesi azaldı, sonra iyice azaldı azaldı... Hocamın yüzüne baktım ağzı hareket ediyordu, evet ama ben duymuyordum onu, sadece onun sesi değil bütün sesler kayboldu...
Ormanın sesi, rüzgârın sesi, hiçbir şey duyulmuyordu... Sağır mı oluyordum, nasıl mümkündü bu...
Yavaş yavaş sanki dibimden, boynumun arkasından bir ses gelmeye başladı, sadece o sesi duyuyordum. Geceleri sessizlikte sadece odada bulunan saatin sesini duyarsınız ya, aynen öyleydi.
Hiçbir ses yokken sadece o ses çıktı ortaya, gel diyordu gel bize.
O kadar tatlı bir sesti ki bu, gitmek istedim. Gel bize, hadi gel bize...
Siz kimsiniz, neden geleyim yanınıza...
Biz onlarız, gel bize...
Onlar kim, ne yapacaksınız bana, ne istiyorsunuz benden...
Sadece onların sesini duyuyordum, dibimdeki hocam hala okuyordu ağzı kıpırdıyordu, ama katiyen duyamıyordum. Sadece beni çağıranların sesini duyuyordum.
Sanki arkamdan bir nefes beni çağırıyordu, bu öyle bir davetti ki, o an ne yaparsanız yapın bırakıp gidebilirdiniz.
Neredesiniz hani göremiyorum sizi, dedim.
Çemberin dışındayız, gel bize, gel yanımıza...
Ayağa kalktım, ama hala yere bakıyordum, sanki mecburdum gitmeye. Onlar bir saniye bile susmadan gel diyorlardı.
Gidecektim, onlarla olmalıydım.
Ayağımı çemberin dışına atmak üzereyken, hocamın kolumdan tutmasıyla irkildim. Hala okuyordu yere bakarak, bir taraftan da benim kolumu tutuyordu.
Kendime geldim ve o an hocamın sesini tekrardan duymaya başladım, her şeyi duyuyordum normale dönmüştü sesler.
Biraz evvel hipnoz olmuş gibiydim, çemberin dışında olmalarına rağmen bu denli etki edebiliyorlardı, eğer ki çemberden çıksam kim bilir bana neler yaparlardı.
Kendime geldim, iyiyim hocam dedim.
Kafasını salladı onaylamak babında, hala okuyordu, oturdum tekrar yere bakıp bir an öce sabahın olmasını bekliyordum.
Uzunca bir müddet hiçbir şey olmadı, sabah yakındı artık, ama sonra etrafta bir hareketlilik fark ettim.
Hemen çemberin dışında duruyorlardı; Karahasan'ın Basri, karısı ve dayıma istediğimiz gelin, adresi sorduğumuz evdeki adam ve karısı, aynı evdeki küçük çocuk, hepsi yanımda ayakta hareket etmeden duruyorlardı.
Yere bakıyorum ama dibimdeler fark ediyorum. Onlara bakmıyorum, ama onlar olduğunu biliyorum.
Fakat bir değişiklik var bu sefer, kadınlar bana bakıyorlar, eminim bundan, görmüyorum yüzlerini yere bakıyorum ama onlar bana bakıyorlar hissediyorum.
Korkuyorum kafamı onlara çevirmeye, asıl korktuğum şey kafamı çevirip çarşaflı kadınların ve gelinin yüzünü görmek.
Göz ucuyla ayaklarına bakıyorum, kadınların çarşafları yere değiyor, onlarınkini göremiyorum ama erkekler çıplak ayaklı, fakat bu insan ayağı değil, parmakları yok, ayak parmakları yerine bir hayvanınki gibi ortadan ikiye ayrık...
Çığlık atmamak için zor tutuyorum kendimi, sessizce gözlerimden yaşlar boşanıyor, sabah olsun artık diyorum gitsinler, ama hayır duruyorlar hemen yanımda...
Ayakta hareket etmeden bize bakıyorlar, aslında bize de değil sadece bana bakıyorlar.
Kafamı yerden kaldırıp hocamın yüzüne baktım, hocam da bana bakıyor, okumaya devam ediyor ama, sonra nefes nefese, sakın ha sakın çıkma çemberin dışına... diyor.
Bayılıyor orada, sabaha az kaldı ama yalnızım artık, hocam kendinden geçti ne yapacağım şimdi...
Belki de onlara gitmeliyim o zaman düzelir her şey...
***
Ağlıyorum, gözlerimden yaşlar toprağa düşüyor, belki bir ses bir hareket olsa bu kadar korkmam, ama dibimdeler ve asla hareket etmiyorlar.
Büyük bir ikilemde kaldığımı hatırlıyorum. Gitmeli miydim onlara...
Hayır gidemezdim, hocam bu yaşında bayılana kadar çaba gösteriyorsa, ben de biraz dirayetli olup onlara karşı pes etmemeliydim.
Durdu gözyaşlarım, uzaklardan çok hafif bir ses duymaya başladım, sabah ezanı okunuyordu.
Ses hocamın köyünden geliyordu muhtemelen, sonra birden kayboldular, fısıltılar durdu...
O kadar bitkindim ki, yığıldım kaldım hocamın yanına...