Arada 3-4 gün geçti, her şey yolundaydı. Akşamları yemeğe tanımadığım kişiler geliyordu.
Yemekten sonra bende zikirlerimle meşgul olup, uyuyordum.
Abdullah'ın tuhaf halleri kafamı kurcalıyor, fakat sormaya fırsat bulamıyordum bir türlü.
Buraya güç için gelmiştim. Güçlü olmak, kendimi kanıtlamaktı amacım. Adam yerine konulup saygı görmekti tek istediğim.
Sakallar uzadıkça uzamıştı. Zikirler arttıkça artmıştı. Kendimde farklılık seziyordum elbet, ama manevi yönden hiç bir şey yapmıyordum.
Hakiki güç, kâinatın imparatoruna kul olmaktı. Gücü yanlış yerde aradığımı anlamam biraz zaman almıştı. Her geçen gün benim için kayıptı, ama farkında değildim.
***
Bir gün iş yerine güzel bir kız geldi, güzelliği dillere destan olacak şekilde. Giyimi kuşamı düzgün, başı kapalı...
İlk gün gelip biraz dolandı iş yerinde, diğer çalışanlar ona saygıda kusur etmiyordu.
İlk gördüğümde anlam verememiştim, bu saygınlığın nedenini. Sonra bende saygı göstermek zorunda kaldım, patronun kızı olduğunu öğrenince.
İlk gördüğümde hayran olmuştum ona, fakat bir umut vardı, keşke oda benim gibi sıradan, orta halli birinin kızı olsaydı. Patronun kızı, bana bakar mıydı hiç.
Günler geçtikçe daha da çok alışıyordum, İstanbul'un yalancı güzelliklerine. Akşama kadar iş yerinde, akşam yemekten sonra Sadık hocayla özel derste ve yatana kadar zikir çekmekle geçiyordu günlerim.
Haftada en az 3 gece özel toplantılar yapardı Sadık hoca. Her seferinde değişik insanlar, değişik tipler geliyordu sohbete... Her sohbetin ortasında beni yanına çağırır, bakın bu benim varisimdir diyerek, beni tanıtırdı gelenlere.
Tüm gelenler benimle tanışıyor, bana hürmet ediyorlardı. Güç elde etmek için buraya gelmiştim. Bundan ala güç mü olurdu.
İş yerine formaliteden gider gelir oldum. Gitmediğim zamanda hesap soran olmuyordu. Daha 3 aya kadar hiçbir işe kabul edilmeyen ben; şimdi çalıştığım yeri tınlamıyordum.
***
Bir gün, öğle yemeğine yakın bir zamanda iş yerindeki masamda yayılarak otururken, omzuma bil el dokudu. Ayaklarımı toplayıp arkamı döndüğümde, arkamdakinin patronun güzel kızı olduğunu gördüm.
Aha şimdi fırçayı yedim diye düşünürken... Kadife sesiyle; öğlen yaklaştı, karşıdaki lokantada beraber yemek yiyelim mi deyiverdi.
Heyecandan ve şaşkınlıktan sadece Tamam diyebildim.
Yemek yedikten sonra, birazda sahilde gezip sohbet ettik. Gayet güzel, hanımefendi bir insandı. Ya da öyle görünüyordu.
***
Artık günlerimiz hep beraber geçiyordu. Öğlenleri yemekten sonra sahile inip, sohbet edip birazda öpüşüyorduk.
Türbanlı kız bunu yapar mı deme... Yapar... Allah için değil de, erkekler için kapanırsa yapar.
O da sırf tarzdan dolayı kapalıydı, farzdan dolayı değil... Çoğu türbanlı, yeni yetme gibi...
***
Ailem her gün arıyordu beni, ben ise işim var sonra ararım diyerek kapatıyordum telefonu. Ailemden iyice soğumuştum.
Burada bunca güç, bunca para ve sevgilim varken bir daha geri dönmeyi düşünmüyordum memlekete.
Bunca olan şeyler gözlerimi kör etmişti. Bende ne vardı da, sadık hoca hürmet ediyor, bu güzel kız sevgilim oluyordu.
O anlar, bunları düşünmüyordum, hatta akımın ucuna da gelmiyordu.
Kendime bakmaya başlamıştım, yeni elbiseleri, yeni sakal tarzı vs...
Sadık hoca ve sevgilim olan kız, beni o kadar etkiyemeye başlamışlardı ki, bir dediğini iki edemiyordum.
***
Bir akşam yine toplantı vardı Sadık hocanın evinde. Kimisi çocuğu tuttuğu için teşekkür ediyor, kimisi ihaleyi aldığı için.
Abdullah yine baygın bakışlarıyla, kapının kenarında el peçe bekliyordu. Sadık, Abdullah kitabı buraya gelir diye emretti.
Bu kitap, Sadık hocanın sürekli göz gezdirdiği, fakat bana göstermediği bir kitaptı. Zamanı gelince sana vereceğim bu kitabı ve içindeki ilimleri diyordu.