Akşam iş çıkışı arkadaşımın arabasını alıp, Mustafa hocanın evine gittik. Bizi gene kızı karşıladı, içeri buyur etti.
Mustafa hoca sesli bir şekilde kuran okuyordu, bizde bir köşeye oturup dinlemeye başladık.
Hoca kuranı bitirince elini öpüp, hal hatır sorduk, sonra Nurgül'den, kendine zarar verdiğinden bahsettik.
Hoca üzüldü durumu öğrenince, Allah'tan şifa diledi. Bu olay cinlerin ilk hamlesi, hamleden sonra ara vermişler. İkinci hamle daha sert olabilir.
Cin çok kuvvetli, onu yenebilmem için Azrail yokuşuna geçmem gerek, dedi.
Ne yokuşu hocam, dedim.
Azrail yokuşu, onların boyutu ile bizim boyutun farkı, onlarla teması ve onları durdurmamızı engelliyor. Normalde bu cini öldürebilirdim, ama çok güçlü o yüzden direkt onların boyutuna geçmem gerekli. Bu yüzden günlerdir hazırlık yapıyorum, dedi.
Hocayla göz göze geldik, hocam hayatınızı bizim için neden tehlikeye atıyorsunuz, dedim
Can, Allah'ın bize emaneti, onu malımmış gibi sahiplenip yükümlülüklerimden kaçamam. Size yardım etmezsem, insan olmanın anlamı nerede kaldı, deyip tebessüm etti.
O an hocaya derin bir sevgi duydum. Hiç tanımadığı insanlar için hayatını tehlikeye atan bir zat. Böyle insanlar az bulunur.
Sonra yine geçen geldiğimiz odaya geçtik. Yerde büyük bir leğen, yanında içinde toz olan bir kap. Tozdan çizilmiş bir çember ve etrafında mumlar yanıyor. Biz gelmeden tüm hazırlıkları yapmıştı.
Çemberin içinde siyah bir örtü vardı. Hep beraber çembere girdik. Hoca, ne olursa olsun sakın çemberden çıkmayın dedi.
Leğenin içine oturdu hoca, sonra örtüyü üstüme örttün diye namazda ki oturma pozisyonuna geçti. Kafasına örtüyü örttük. Odanın pencereleri ve perdesi kapalıydı. Hoca mırıldanarak bir şeyler söyledi.
Aniden odada mumların alevi azalmaya, oynamaya başladı. Hoca sanki transa geçmiş gibi put gibi duruyordu.
Sonra duvarlara, kapılara vurma sesi geldi. Merve elimi iyice sıktı, gözlerini kapamıştı.
Bir anda cam, çat diye açıldı. İçeriye doğru, doğal olmayan bir rüzgâr esmeye başladı.
Hocada hala ses seda yoktu.
Sonra evin penceresine doğru baktım, ileride, evin önünde ki yolun ilerisinde ki tarlalardan karaltıların geldiğini gördük. Yaklaşa yaklaşa cama kadar geldiler. Sanki dilim tutulmuş, Kalbim durmak üzereydi.
Bir anda o karaltılardan biri Nurgül' dönüştü. Yüzü kapkaranlıktı, gözleri kırmızı idi, bize bakıp, yardım edin acı çekiyorum, kurtarın diye yalvarıyordu.
Sonra dudağı yarılmaya, kanamaya başladı. Yardım edin diye ağlıyordu.
Sanki hipnotize olmuş gibi yavaşça ayağa kalkmaya başladım. Tam çemberden çıkacakken hoca üstünden örtüyü atıp beni kolumdan yakaladı, cama doğru Arapça bir şeyler bağırdı. Tam hatırlamıyorum.
O varlıklar hemen geri kaçtı karanlıkta kayboldu, hoca çemberden ayetel kürsi okuyarak çıktı ve camı kapattı.
Hoca arkasını dönünce şok yaşadım resmen. Burnu kanamış, gözlerinin altı kararmış, hiç takati kalmamış gibiydi.
Baktım sendeliyor, hemen kolundan tuttum, içeriden kızını çağırdım. Hocayı yatağına yatırdık yüzünü falan sildik. Bir yarım saat dinlendikten sonra kendine geldi.
Hocam dedim nasılsın iyi misin?
İyiyim evlat dedi. Ama hala soluk soluğaydı. Biraz kendine gelince anlattı.
Azrail yokuşunu geçince, kabilenin ileri gelenlerinden biriyle konuşmak istemiş. Cinler hain hain sırıtıp hocanın istediğini yapacaklarını söylemişler. Onu, o cinin evine götürmüşler.
Bu cin bana musallat olan cinin akrabalarından. Kabilede sözü geçer biriymiş. Orada hoca durumu anlatmış ve beni rahat bırakmalarını istemiş. O ise bu durumun kabile liderinin yapabileceğini, kendisinin müdahale edemeyeceğini söylemiş.
Hocayı lidere götürmüşler. Lider bunu yüzünde kibirli bir havayla karşılamış. Upuzun siyah sakalı, iri gözleri (insan gözünden çok iri), kel bir kafası, uzun elleri ve kolları, kedi kulağına benzeyen kulakları ve kulaklarının ve avuç içleri kıllıymış.
Hoca cinler somut hale geldiklerinde, görünüş itibari ile bize benzerler dedi. Ama bizden biraz farklılar ve bu görünüşlerinden dolayı genelde kedi köpek gibi hayvanların kılığına girerler.
Hoca durumu lidere anlatmış. Onu yüzünde kibirli bir ifade ile dinledikten sonra. Sen kim oluyorsun da kalkmış benim âlemimde bana emir veriyorsun, pis çamur diye hakaretler etmiş.
O arada bana musallat olan cin kızı da, hocanın yanına gelmiş ve gülmeye başlamış. Lider, hocaya, o adamı benim kızıma nikâhladım, artık o bize ait ve sende boyundan büyük işlere bulaşmamayı öğreneceksin demiş ve hocaya işkence etmişler.
Hoca, bana tam 4 gün boyunca işkence ettiler dedi.
Bende şaşırdım, nasıl olur hocam, sen o durumda sadece 5-6 dakika falan kaldın dedim.
Hoca kederle, onların boyutunda zaman hızlı işler. Dünya zamanına göre daha hızlıdır o yüzden uzun yaşarlar. Yüzlerce yıl yaşamalarının sebebi budur dedi.
Hocam dedim, şimdi ne yapacağız, ben nasıl kurtulacağım bunlardan dedim.
Aranızda nikah yapmışlar, bu cin seni kolay bırakmaz dedi.
O an, peki boşasam diye aptalca bir soru sordum. Hoca kederle güldü, bu davaya bakacak avukat bulursan tamam dedi. Devam etti.
Ondan kurtulmanın iki yolu var, biri seni artık istemeyip bırakması, ikincisi, onun ölmesi. Ben birinci yolun olmasından yanayım, çünkü bunlar tehlikeli bir kabile, onlardan birini öldürmekle, başımıza büyük bela açılır, dedi.
Peki, beni nasıl bırakacak hocam dedim. Senden yeterli enerjiyi alamazsa bağlılığı azalır ve vazgeçebilir, ama bu zor tabiki.
Tüm bu konuşmaları bir köşede gözleri fal taşı gibi açılmış dinleyen Merve bir anda lafa girdi, peki ben ne olacağım...
Ben Merve'ye döndüm, nasıl yani dedim.
Merve bir anda ayağa kalktı; Benim günahım ne, ben ne olacağım. Hiç bir günahım yokken bu lanet olası varlıklar bana bulaştı, az kalsın öldürüyorlardı, dedi.
Hocaya yalvaran gözlerle baktı ne olur bana yardım edin, dedi.
Merve'ye o an, sanki hayatı mahvolan tek sensin diyemedim.
Bir anda, her şey benim suçum, her şey diye bağırdım. Merve'ye benden uzak dur, ayrıl benden, bana yakın olman sana büyük tehlike, artık senle asla bir arada olmamalıyız, ne olur ayrılalım, bir daha görüşmeyelim dedim.
İçim kan ağlıyordu. Deli gibi sevdiğim kıza bunları söylüyordum.